- İnsan kendi gözündeki dikeni her zaman tam zamanında görebilse, ne kadar iyi bir yaratık olurdu!...
- Bunu doğal bir şey sanıyorlar. Evlerinde karnı burnunda kadınlar binbir yük altında ezilirken, çocukları gıdasızlıktan daha çocuklukta ihtiyar düşerlerken, hiçbir şekilde tam bir fayda sağlamayacak olan bu sarayı, ondan daha faydasız ve üstüne de aptal olan birkaç kişinin saltanat ve gururu adına canla başla yapıyorlardı.
- Hayatım durmuştu. Nefes alabiliyor, yiyebilir, içebilir, uyuyabiliyordum; nefes almamak, yememek, içmemek, uyumamak elimden gelmiyordu. Fakat hayat değildi bu çünkü beni aklen tatmin edecek bir arzum yoktu. Bir arzum olduğunda, onu gerçekleştirsem de gerçekleştirmesem de bir şey çıkacağını önceden biliyordum. Bir peri çıkagelse de bana: "Dile benden ne dilersen" dese, ona ne yanıt vereceğimi bilemezdim. Gerçi sarhoş anlarımda arzularım olmuyor değildi ama ayıkken bunun bir yanılgıdan başka bir şey olmadığını, arzulanacak bir şey bulunmadığını görüyordum. Gerçeği öğrenmeyi bile arzulamıyordum çünkü onun neden ibaret olduğunu bildiğimi sanıyordum. Gerçek şuydu: "Hayal, anlamsız bir şeydir." Böylece yaşayıp gidiyordum. Ve yolma devam ediyordum, bir uçurumun başına gelmiştim ve önümde yok oluştan başka bir şey olmadığının farkındaydım. Hareketsiz durmak imkansızdı. Önümde yalnızca acı ve gerçek durduğunu görmemek için gözlerimi kapamam da imkansızdı. Tam bir perişanlıktı bu!
- Hal ve tavrında o kadar büyük bir sadelik ve güven vardı ki, sevgi dolu duygulara sahip olduğu belliydi.
- Doğru, hem de çok doğru. İnsan bazen başkaları için karar vermeye hakkı olmadığını anlıyor.
- Bu derin değişiklik, başkalarını dinlemek için kendi içinden gelen sesleri susturabilmekle başlamıştı.
- Sanki ölüm yalnız İvan İlyiç'e mahsustu, kendisiyle hiç ilgisi yoktu.
- Ölüm hikmi giyen bir adamın cellattın elinden kurtulmayacağını bildiği halde çırpınıyor, debeleniyordu. Mücadele için harcadığı tüm çabaya rağmen ona dehşet veren sona her an yaklaşmakta olduğunu hissediyordu !
- Acizane, korkunç yalnızlığına, insanların, Tanrı'nın zalimliğine, Tanrı'nın yokluğuna ağlıyordu..: "Niçin bunu böyle yaptın ? Niçin beni buraya getirdin ?.. Ne yaptım ben, ne yaptım da bu acıyı çektiriyorsun bana ?.."
- İvan İlyiç ona baktı. Her şeyini ayrı ayrı inceledi. Karısının beyazlığını, tombulluğunu, ellerinin, boynunun parlaklığını, saçlarının parıltısını, hayat dolu gözlerinin ışıltısını suç olarak görüyordu. Bütün ruhuyla nefret ediyordu ondan. Dokunuşu, içinde bir nefret dalgası kabarttığı için ıstırap veriyordu ona.