- Kim ki bu yalnızlık karşında büyülenmemiştir, resmin güzelliğini anlayamaz. Anlıyorum derse, yalandır.
- Alıştık bitlere; bitler içimizdeydi; giysilerimize bir canlılık, bir varlık kazandırıyor, ama bu canlılık, bu varlık yok olduğunda ölüyorlardı. Bu yarı saydam hayvanların kaynaştıklarını bilmek -ve hissetmek- hoşumuza gidiyordu. İnsanlara alıştırılmamış olsalar da, öylesine bize aitlerdi ki; ikimizden başka birinin biti bizi iğrendiriyordu.
- LEYLA: (Parmağıyla, pantolona yaklaşmasını işaret eder. Pantolon yerinden kıpırdamaz. Bunun üzerine o da, öne eğilerek, küçücük adımlarla ona doğru ilerler. Karşısında durur. Onunla konuşur) ...Eee, hayır mı, kımıldamıyor musun? Geceleyin karanlıklarımda dolaşır, rüzgârın paçalarını sıvamasına izin verir, ama benim karşımda ölü gibi durursun. Oysaki her şeye hazırsın: yürümeye, işemeye, tükürmeye, öksürmeye, sigara içmeye, bir adam gibi osurmaya ve ata biner gibi oturmaya, ben de ata biner gibi senin üzerine oturmaya... Besbelli senin façan Said?inkinden daha düzgün. Bacakların onunkilerin biçimini taşıyorsa da, senin bacakların daha güzel. (Pantolonun etrafında döner ve dikkatle ona bakar) Kalçaların daha yuvarlak. Onunkilerden. (Kısa bir süre) Ama sen onun kadar uzağa işeyemiyorsun. Gel... üstüme atla... şuradan kapıya kadar üç metrecik gelebilsen keşke, sonrası kolay, senle ben kendimizi doğaya bırakırız... erik ağacının altında... duvarın arkasında... sonra başka bir duvarın arkasında... dağda, denizde... ve ben sağrının üzerinde, kalçalarının dolgun eyeri üstünde sana yapmadığımı bırakmazdım... (Pantolonun karşısında, binici taklidi yapar.) Haydi hop! Hop! Hop! Haydi hop! Hey hop! Hop, hop, hop, hop, haydi hop! Seni kırbaçlarım, seni çatlatırım, senin canını çıkarırım, duvarın dibine gelince de düğmelerini çözer, düğmelerini iliklerim, ellerim ceplerinde...
- SAİD, (Leyla?yla konuşmasını sürdürerek) Benim hücrem de karanlık. İçeriyi aydınlatan tek şey senin o çürük dişlerin, kirli gözlerin, iç karartıcı tenin. Senin o şahane gözlerin, buğulu gözlerin, biri kalk gidelim diyor, öbürü bok yeme otur diyor. Bu sensin işte. Ya o iç karartıcı tenin: Din adamı olmayan bir ilkokul öğretmeninin boynundaki eski püskü ipek bir atkı. Bu sensin işte. Gözlerimi senden alamıyorum...
- İDAM MAHKÛMUNUN SESİ, (çok erkeksi ve kararlı) Hayır. Eğer bir daha yapacak olsam, gülümseyerek karşısına geçer ve ona yapma bir çiçek verirdim, tıpkı hoşlandığı gibi. Eflatun satenden bir süsen çiçeği. Bana teşekkür ederdi. Filmlerdekilere benzer o sarışın fıstıklarının hiçbiri, benimkiler kadar fasa fiso, ama tatlı bir gülümsemeyle söylenen sözler dinlememiştir. Ancak ve ancak... LEYLA, (hayran) Kim bu? GARDİYAN, (homurdanarak) İdam mahkûmu. Annesini öldürdü. İDAM MAHKÛMUNUN SESİ: ... konuşmam bittiğinde, o, gülü koklayıp kır saçlarına taktığında, ben onun.. (Ses gittikçe coşar ve sonuna doğru ezgi mırıldanır ve şarkı söyler gibi) zarifçe karnını yarardım. Bağırsakların dökülüşünü seyredebilmek için iç etekliğin katlarını bir bir, zarifçe kaldırırdım ve parmakların mücevherlerle oynadığı gibi ben de bağırsaklarla oynardım. Ve sevincimi aktarırdı bakışlarım annemin şaşkın bakışlarına! (Bir sessizlik.) SAİD, (hüzünlü) Şarkı söyleyebilecek noktaya gelmiş. GARDİYAN, (sertçe) Şarkı söylemesi gereken noktaya. Size gelince çaylaklar, kapatın çenenizi!
- Ve günün birinde eğer güneş altın yağmuru halinde dünyamıza yağarsa, olur a, bir köşeye küçük bir çamur yığını saklayın...
- deneme
- Dişi bir hayvanın ölü yavrusunu tuttuğu o görünür tutkuyla sıkıyordu Querelle'i, -sayesinde aşkın ne olduğunu anladığımız davranış: Bir tekten ayrılmanın bilinci, iki bölünmüş olmanın bilinci, benliğinizin hayran hayran sizi seyre daldığının bilinci.
- Zırhlı bir kapıyla kapalı gizli bir oda. Kafeste birkaç zavallı köpekle, birkaç canavar vardır içinde; bu canavarların en heyecan vericisi odanın ortasında duranıdır, bizim öz sistemimizdir o. Aşağı yukarı bedeninin biçiminde kristal bir vazo içine kapatılmış bu sistem, mor renkte ve gevşek, hemen hemen peltemsi bir özdekten yapılmıştır. Başının çok insanca hüznü olmasaydı koca bir balığa benzetilebilirdi. Canavarları gözetim altında tutan hayvan terbiyecisi en çok, biz biliyoruz bunu, şu benzerlerinden birinin kucaklamasında biraz huzur bulabilecek olanının küçümsüyor. Ama benzeri yok onun. Öteki canavarlar küçük bir ayrıntıyla değişiktirler ondan. Yalnızdır o ve yine de sever bizi. Hiçbir zaman ona yöneltemeyeceğimiz dostça bir bakış bekler, umutsuzca, bizden. Her anını bu üzücü arkadaşlık ilişkisi içinde yaşıyordu işte Querelle.
- ''Geceleyin, uçsuz bucaksız bir alanın ıssızlığında, yalnız ikiniz varsınız yeryüzünde, Bedenlerinizin çifte yontusu her bir yarısında yansıyor. Yalnızsınız ve çifte yalnızlığınız içinde yaşıyorsunuz.''