- Odanın düzeni. Zamanının kullanımı. Kendine çocukça yasaklar koyuyorsun. Yürürken, kaldırımların kenarındaki kaldırım taşlarının kesişme çizgisine basmıyorsun. Kavşaklardaki yön işaretlerine, park yasağı levhalarına uyuyorsun. Geç kalmaya ya da erken gelmeye tahammül edemiyorsun (...) Sanki her an, gösterdiğin en ufak gevşekliğin seni hemen çok ötelere sürüklemesini bekliyormuş gibisin. Sanki her an, kendine şöyle deme ihtiyacını duyuyormuş gibisin: Bu böyle, çünkü ben böyle istedim; ben böyle istedim yoksa ölürüm.
- Bazen, uykunun seni saran yavaş bir ölüm, hem tatlı hem de korkunç bir anestezi, canlı dokuların bir bölümünün mutlu ölümü olduğunu düşlüyorsun.
- Zamanı unutur gibi yapabildin, geceleyin yürüyüp gündüz uyuyabildin: Ama onu hiçbir zaman tamamen aldatamadın.
- Ama çıkış yok, mucize yok, hiçbir hakikat yok. Her şeyin başladığı, her şeyin durduğu o boğucu günden beri.
- Uyumuyorsun, ama uyku artık gelmeyecek. Uyanık değilsin ve hiç uyanmayacaksın. Ölü değilsin ve ölüm bile seni kurtarmayacak.
- Tanı koymaya alışık değilsin ve bunu yapmak da istemiyorsun. Seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama bazen de coşturan şey başkalaşmanın aniliği değil, aksine, bunun bir değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de- öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın sıcaklığı onu eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü. Doğru yolun, güzel kanaatlerin maskeleri.
- Kayıtsızlığın ne başlangıcı vardır, ne de sonu; değişmez bir durumdur kayıtsızlık; bir ağırlık, hiçbir şeyin sarsamayacağı bir kıpırtısızlık, bir cansızlıktır. Dış dünyanın mesajları hala sinir merkezlerine ulaşıyor kuşkusuz, ama organizmanın bütününü tehlikeye atacak hiçbir toplu cevap özümlenir duruma gelebilecek gibi görünmüyor. Ayakta kalan tek şey temel refleksler sadece: Kırmızı yandığında karşıdan karşıya geçmiyorsun, sigaranı yakmak için rüzgardan korunuyorsun, kış sabahları daha sıkı giyiniyorsun...
- Ne bir aşama sırası, ne bir tercih. Dingin bir kayıtsızlık seninki: Gri rengin üzerinde hiçbir boğucu his uyandırmadığı gri adam. Duyarsız değil yansız. Su kendine çekiyor seni, taşın da, karanlık kadar aydınlığın, sıcak kadar soğuğun da seni kendine çekmesi gibi. Var olan tek şey yürüyüşün ve bakışın; bir şeye yönelen, sonra o şeyi yalayıp geçen; güzeli, çirkini, bildiği, şaşırtıcıyı tanımayan; sadece ve sadece, gözünde, tavanlarda, ayaklarında, gökyüzünde, çatlak aynanda, suda, taşta, kalabalıklarda, her yerde durmadan bir belirip bir kaybolan ışık ve şekil oyunlarını belleğinde tutan bakışın.
- Sadece bir kez karşı karşıya geleceğin düşmanlar var; insanın kanını donduran yılanların soğuk ıslığını tanıyıp anlayacak kadar zaman var, tam zamanında geri çekilecek kadar, yalnızlıktan ve sabırsızlıktan donmuş olarak, mahvolmuş olarak; seni ele veren kendi bakışın, en ufak ayrıntıların gittikçe anlamsızlaşan ve gittikçe keskinleşen algısı: bir saç buklesi, bir bardağın gölgesi, bırakılmış bir sigaranın oynak izi, kapanan iki kanatlı bir kapının son sarsılışı.
- Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi. Saint-Roch?un çanı her çeyrek saati vurduğunda onunla birlikte çınladı.