- Önemli olan tek şey yalnızlığın: Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her şey sahte. Var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış, umutsuz, sabırsız.
- Hayali yaratık konuşmuş:
-Tam ağzıma layık bir lokma! Topraklarımda bu kadar iştah açıcı bir parça yakalamayalı çok oldu.
Ama Gayb Lacan'ın yapıtını sözcük sözcük biliyormuş:
-Dur bakalım canavar! Başta alınyazının buyurduğunu yapmalısın.
Canavar şaşırmış:
-Alınyazımın buyurduğu mu? İşi zora sokuyorsun. Şu ana kadar sorumun yanıtını bulan olmadı.
Sonra bir kuşkuya kapılıp sormuş:
-Yanıtı bulmayı mı umuyorsun?
Gayb hain hain sırıtmış:
-Kim bilir?
-Pis bir günâhkar olsan da palavracılığın hoşuma gitti. Fair-play'i başa koyalım. Bu kadar iddialı olduğun için acıtmadan canını alacağım. Sorum şu:
Kadın başlı, aslan vücutlu canavar bir lavta alıp çalmaya başlamış, bir şarkıyla bulmacasını sormuş:
Vücudu bir yuvarlak ama iki ucu tam kavuşmuyor,
kısacık düz bir çizgi bölüyor ortasından
tanıdın mı
bu hayvanı?
Gayb haykırmış:
-Tabii ki! Tam karşında duruyor bulmacanın yanıtı! - Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, gözalıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.
- İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir.
- Önce sadece bir tür bıkkınlık, yorgunluk; kassız ve kemiksiz olmanın, patates çuvalları arasında bir patates çuvalı olmanın boğucu ve yapışkan duygusuyla, sanki çok uzun süredir, saatlerdir, sinsi, uyuşukluk veren, verdiği ağrı hafif ama dayanılmaz olan bir rahatsızlığın pençesine düştüğünü birden fark etmiş gibi.
- Bak, bütün gözlerinle bak
- ?Artık hiçbir şey istememek. Bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek. Avare dolaşmak, uyumak. Kalabalıkların, sokakların seni sürüklemesine seyirci kalmak. Su oluklarını, parmaklıkları, kıyılar boyunca akan suyu izlemek. Rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. Zaman kaybetmek. Tüm tasarılardan, sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.?
- Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. hiç dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun:tavanlardaki çatlakları, parkenin dilimlerini, gözlerinin çevresindeki kırışıklıkları, ağaçları, suyu, taşları, geçen arabaları? artık tükenmez olanın içinde yaşıyorsun. her bir gün ses ve sessizliklerden,ışık ve karanlıklardan, yoğunluklardan, bekleyişlerden, ürpermelerden oluşuyor. olan tek şey, her seferinde biraz daha yitip gitmen, sonu olmadan başıboş dolaşman: vazgeçme bıkkınlık, uyuşukluk, kendini koyveriş? artık sen dünyanın adsız efendisisin, tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin, yağmurun yağdığını artık hissetmeyen, gecenin gelişini artık görmeyen kişisin. ne bir aşama sırası, ne bir tercih. dingin bir kayıtsızlık seninki.
- Daha sonra, sınav günü geliyor ve sen kalkmıyorsun. Önceden düşünülmüş bir hareket değil bu, bir hareket de değil zaten, bir hareket yokluğu, yapmadığın bir hareket, yapmaktan kaçındığın hareketler. Erken yatmıştın, rahat bir uyku çekmiştin; çalar saatini kurmuş, çaldığını işitmiş, çalmasını beklemiştin, en azından dakikalarca beklemiştin, ya sıcaktan ya ışıktan, ya da sütçülerin, çöpçülerin gürültüsünden, ya da beklemekten uyanmıştın zaten. (...) Çok geç kalkıyorsun. Orada, çalışkan ya da sıkıntılı başlar düşünceli düşünceli sıraların üzerine eğiliyor. Arkadaşlarının belki de endişeli bakışları senin boş kalan yerine çevriliyor. Bildiklerini, düşündüklerini, yabancılaşma üzerine, modernlik ve boş zamanlar üzerine, memurlar ya da otomasyon üzerine, başkasını tanıma üzerine, Tocqueville'in rakibi Marx üzerine, Lukacs'ın düşmanı Weber üzerine senin neler bildiğini, neler düşündüğünü, neler düşünülmesi gerektiğini bildiğini dört, sekiz ya da on iki sayfada söylemeyeceksin. Söyleyecek bir şeyin de yoktu zaten, çünkü pek bir şey bilmiyorsun ve hiçbir şey de düşünmüyorsun. Yerin boş kalıyor.
- Notları okuyor, kağıtları buruşturup top yapıyorsun. Sana randevular veriyorlar ama sen gitmiyorsun. Kollarını ensende birleştirip, dizlerini büküp, dar sedirinin üzerinde uzanmış yatıyorsun. Tavana bakıyor, tavanda çatlaklar, kabarmalar, lekeler, süsler olduğunu keşfediyorsun. Ne kimseyi görme, ne de konuşma, düşünme, dışarı çıkma, yerinden kımıldama isteği duyuyorsun.