- Doktorun kızı mor beresini çıkarıp başını adamın omzuna koyuyor ve bana, bu dünyada ne olduysa ben yokken olmuş gibi geliyordu.
- Anneannem ve ben... Biz... Biz ölüme karşıyız.
- Çay bardaklarını salondaki masaya götürürken Nihan'ın bana bakıp bir gülüşü vardı ki aklımı başımdan aldı! Eminim bu satırları okuyunca "Nasıl gülüyordum?" diye soracak ve yakama yapışıp ayrıntısıyla anlatmamı isteyecek.
- Salonda epey oturduk. Çayla birlikte kısır, peynirli börek ve kek yedik. Nihan kekin tarifini de sordu. Sonra odaya geçtik. Kaçamak öpüşler, sarılmalar... Ağzı soğan kokuyordur diye çekinir Nihan... Sakalım yüzünden hemen kızaran yanakları... Birden bütün odayı kaplayan bir şey... Hayatımızın son günü gibi. Aşk.
- "Avcunu aç!" dedi bana. Sımsıkı yumruk yaptığı küçük elinin avcuma koydu ve bir şey bıraktı. Minicik, camdan bir kalp. "Bunu hiç yanından ayırma!" dedi. Sonra öyle güzel utandı ki, her şeyi unuttum.
- "Tuz kokusu," dedi babam, "ölümsüzlük hissi verir."
- Bir felsefeci ölü bulunduğunda akla gelecek ilk şüpheli elbette kafasındaki fikirlerdi.
- Aslında babam da başka pek çok insan gibi uzağındakilere ve yeni tanıştığı insanlara anlayışlı, iyi davranıyor, yakınlarından bunu esirgiyordu.
- Köpeklerin insanların ellerine doğru uzamış burunları ve dikiş tutmayan, paramparça bellekleri var.
- Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi.