- " Ona göre ruh, dünya nimetlerinin tutsaklığından kurtuldukça özgürleşiyor, bağımsızlaşıyor ve dünya yüzünde hiçbir krala imparatora nasip olmayacak büyük bir iktidara kavuşuyordu"
- Herkes yabancılaşmıştı, yabancılaşıyordu. Toplum kuralları ve çevremizde tahkim ettiğimiz maddi dünya, bizi bu yabancılaşmadan koruyan gardiyanlardı adeta. Yolumuzu şaşırdıkça, alışkanlık denen ılık kaplıca sularının içine gömülüp rahatlıyorduk. Sonunda bize yol gösteren şey; evde her zaman oturduğumuz koltuğun aşina yumuşaklığı, gözü kapalı çevirebildiğimiz banyo musluğu ve başımızın yastıkta bıraktığı iz oluyordu. Kendi egemenlik alanını belirlemek için ağaçların altına sidik fışkırtıp sonra kendini bu sidiğin sınırları içinde güvenli hisseden köpeklere benziyordu insanlar da; aşina kokular ve aşina eşya arasındaki bir mutluluk formülü.
Dostoyevski Avrupa'dan Rusya'ya dönüşünü, "Eski pantuflalarıma ayaklarımı sokar gibi" betimlemesiyle açıklamıştı. Eski pantuflalara ayakları sokmak... Güzel sözdü doğrusu ve insanlar böyle yaşıyorlardı. Eğer bu tanıdık dünya olmasa, kendilerini bir mahzende büyütülüp sonra birdenbire kent meydanına atılan Kaspar Hauser gibi hissedecekleri kesindi. - Uyuyan Endymion gibi kendi kaderini belirleme cezasına çarptırılmış olma duygusu, bu dünyaya en ufak bir çentik bile çizemeden geçip gitme korkusunun yarattığı bir şeydi.
- Belki de en iyisi o vahşi yalnızlığı seçmek ya da kendini öldürmekti Pavese gibi.
- "peki sizin ayrıcalığınız ne?" diye soruyor.
"çok basit." diyorum. "okumak, sadece okumak. okuyan insan dünyanın aklına yaslar sırtını. o zenginlerin arkadaşları, birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi. üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı, en yaratıcı insanları: aristoteles, platon, ibn rüşd, faulkner, homeros, nietzsche, ibn haldun... bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?" - "Ama benim aklım Süleyman'ın gençlik arkadaşını boğdurmasına takıldı. Niye yaptı acaba bunu?"
"Normal bir nedenden dolayı: İktidarda olduğu için."
"Her iktidar adam öldürür mü?"
"Evet! İktidar zulüm demektir. Hele denetlenemeyen iktidar."
"Peki, iyi insanlar iktidara gelirse?"
"Öyle şey olmaz!"
"Neden?"
Acı bir gülümsemeyle açıkladı:
"İyi insanlar iktidara gelemez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar." - Sustum, o da sustu.Göz göze bakışıp da önce kimin dayanamayıp gözlerini kaçıracağını sınayan oyunlara benzer biçimde, kimin sessizliği bozacağı üzerine bir iddiaya girmiş gibiydik.Ama bilmediği şey, benim bu oyunu sonsuza kadar sürdürebilecek olmamdı.Son nefesime kadar bir mumya gibi bekleyebilirdim.
- "Doktor,kalp-damar hastalığının genetik olup olmadığını anlamak için babaanneme basit bir soru sordu.'Annenizle,babanız hangi hastalıktan öldü?'.
Oda da bir sure sessizlik oldu sadece babaannemin sessiz çığlıkları duyuluyordu.'Hiçbir hastalıktan ölmediler!' sesinde sitem vardı,acılıydı.'Annemle babam öldürüldüler doktor bey.Hastalıktan ölecek kadar yaşlanamadılar. ille de bir hastalık arıyorsanız, onları öldüren insanoğlunun zalimliğiydi!'." - Kim bilir kaç milyon bebek, doğduktan sonra sevinçle, alkışla karşılanmış, daha o anda yaşlanmaya başladığı ve ölüm mahkumu olduğu anasının babasının aklından bile geçmemiştir. Daha da tuhafı hiç kimse doğan bebeğin bir gün öldürülebileceğini, bir cinayete veya bir kazaya kurban gidebileceğini, idam edilebileceğini, savaşta ölebileceğini düşünmez. Oysa bunların hepsi insanlar için. İnsanlık tarihi boyunca milyarlarca kişi "normal" denilen şekilde yaşlanıp ölmemiş, öldürülmüş. ( 17. sayfa )
- Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama...