- Mehmet: "Aktif unutmanın yararları hakkındaki nutku sen altamamışmıydın bana? Hani insan herşeyi unutarak yaşabilirdi ama herşeyi hatırlayarak yaşayamazdı. Hani unutmak, insan soyunun en büyük şifasıydı."
- -"Bırakın yabancıları" dedim, "annenizin bile neyi nereye kadar söylediğini bilemezsiniz. Kimse kimseyi bilemez. Çünkü herkesin anlattıklarının bir kısmı kurgudur, kiminde daha az, kiminde daha çok." -Şaşkınca "Bunun için mi bu kadar çok kitap okuyorsunuz?" diye sordu. -"Evet" dedim. "Inanın bana, hayatın tek gerçek yanı kurgudur, yani hikâyelerde anlatılanlardır."
- "Hiçbir iktidar masum değildir. Bütün iktidarlar öyle ya da böyle, birinin katilidir..."
- Onca sayfa okunur mu hiç ya? Özetlerine baktım.
Bunları söylerken kucağındaki iPad'i işaret ediyordu.
O zaman hayatı, aşkı, ölümü, felsefeyi, edebiyatı 140 karakterlik tweet'lerle ifade eden bir kuşakla konuştuğumu daha derinden kavradım. Aramızdaki uçurum kapanmayacak cinstendi. - Doğa onları türün devam etmesi için kandırmaya uğraşıyor. Aşk denilen şey, çoçuk yapmakla sonuçlanması gereken bir kandırmaca mı gerçekten?
- Ona anlattığım bazı sırlarımı yazmaktan çekinmemişti.Doğrusu da buydu tabii; mademki anlatmıştım,artık benden çıkmıştı.Peki ya anlatmadıklarım? Ya dünyada kimseye söylemediklerim ? Onlar ne olacaktı ?
- "Tık... Kapandı telefon. Bu da aynı diye geçirdim içimden.
Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma!
Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu?
İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim?
İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri... Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz ?
Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır! ''
Zülfü LİVANELİ / Serenad - Aslında benim hiç yakın arkadaşım yoktur.Olmasını da istemem.Arkadaşlarım bunun farkında değil ama ben bu bağlantıların üstünde ya da dışındayım.Onlar gibi davranmaya,onlara benzemeye çaılışıyorum,lakin içim farklı !
- Başımdan geçenleri,benden daha ilginç buluyor.İçimdeki derin ve köklü karanlığın farkında değil.Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız.Konuşmak,canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı.Dil yalan söylüyor,olanları çarpıtıyor,insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor.Bu yüzden,insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.
- Mardinli İlyas-ı Habır'ın Roma şehrinde çalışan akrabaları varmış..
Onları ziyarete gitmiş.
Oradaki misafirliği sırasında akrabaları işe gittiğinde İlyas-ı Habır da evden çıkıp, tek başına şehri dolaşırmış..
Bu gezilerinden birinde yolu çiçekli, ağaçlı, yeşillikler içinde cennet bahçesi gibi güzel bir yere düşmüş.. Gezinmek için içeri girdiğinde gözüne bazı mezarlar ve onların taşları ilişmiş..
Mermer heykeller ve kabartmalarla süslü şık mezarların başına dikili taşlardaki yazılar İlyas-ı Habır'ı çok şaşırtmış..
Kiminde yirmi bir gün, kiminde otuz dört gün, kiminde on yedi gün yazıyormuş..
Ama mezarların boyları bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş.
İçinden çıkamadığı durumu akşam akrabalarına sormaya karar vermiş..
Evde akrabalarına anlatıp izin gününde beraber bu parka gidip bu işin sırrını çözmelerini rica etmiş.
Güzel bir güneşli günde hep birlikte o parka gidip bekçiyi bulmuşlar ve mezar taşları üzerindeki gizemli rakamları sormuşlar..
Bekçi:
"Burası özel bir mezarlıktır.." demiş.
"Burada defnedilenlerin mezar taşlarına gerçek yaşları değil hayatta kaç gün mutlu oldukları yazar.. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçmeyen çıkmadı daha."
İlyas-ı Habır memleketine döndükten sonra uzun bir ömür sürmüş.. Günlerden bir gün hastalanınca oğullarını başına toplayıp, size bir vasiyetim var, demiş.. Mezar taşına aynen şunu yazacaksınız:
İlyas-ı Habır bitti,anasından çıktı, doğru kabre gitti.