- Düşüncelerini toplayarak hırçın, yeşil gözlerindeki anlamı içinde büyütüp durduğu adama kaçamak bir bakış attı. Hâlâ başı önünde oturuyordu ve bir süre önce tırnaklarını kemirmeye başlamıştı. Kadına öyle geldi ki, adam şimdi daha bir oradaydı. Odanın lacivert loşluğunda, şimdiki zamana değmeye henüz başlamıştı. (Onunkine ne kadar değme denirse elbet; aslında adamın her teması uçucu, sakıncalı bir teğetten ibaretti.)
- Aşk ölümlü çünkü onu öldürmeye çok hevesliyiz.
- Elinden tutmak tam tren yaklaşırken, bu güzel yaz akşamında hiç tanımadığı bu hüzünlü oğlanla birlikte atlayıvermek belki, dünyaya nanik yapar gibi. Ya da yanına gidip canını yakan neyse hiç sormadan, sarılmak sadece, içindeki, kendisinin bile haberdar olmadığı şefkati harcayarak.
- "Dersimdin çalıştım, parmak uçlarına kadar ezberledim seni."
- Hafızasını zorlayarak o geceyi düşündü. Bir şeyler olmuştu o gece, yoksa neden hemen aklına gelsindi ki? Yaz rüzgarının ılık ılık esmesinden ya da yıldızların parlaklığından öte bir şeyler olmuş olmalı. Biri gelmiş ve o sessiz geceye dokunmuş, parmağının yaldızlı izini bırakıp geçmiş olmalı...
- Herhangi bir kimse -kadın ya da erkek - herhangi bir yaş ya da durumda özgür olabilir miydi? O konuma ulaşmak için yaşlanmak, bir ömrü geride bırakmak ve bu arada tüm imkanları sonuna kadar zorlayarak biraz delirmek mi gerekiyordu?
- "Hüzün saklanamayan şeylerden değildir. "Her şeyi sevemezki insan, yaralanarak hiç sevemez. "Yağmur yağsa bile bu kadar sevemez insan bir bavulu. "Parçan bende. Farkında bile değilsin sen hiç bir şeyin. "Hüzün okşanamayan şeylerden de değildir. "Bir insan ancak bu kadar sevebilirdi bir bavulu....."
- O gece garip bir rüya gördüm. Babamla, güneşli bir günde çarşıda dolaşıyorduk. O, hiç görmediğim kadar genç, takım elbiseler içinde. Bense onun elinden tutmuşum, yürüyoruz. Bir an geçiyor. Hastane odasında, doğum sancıları içindeyim. Nasıl sonsuz bir acıma hissi. Elime bir oğlan çocuğu veriyorlar. Bense delirip bağırmaya başlıyorum: ?Aynı o, aynı o." Oğlanın yüzü babam. Hem de sakallı, bıyıklı. Babamı doğuruyorum rüyamda. Çok daha yaşlı halini hatta. Buruş buruş olmuş bir yüz; bebeklikten değil ama, yaşlılıktan.
- Kim bilir neler düşünüyorsun anne? Ne zaman başlayacaksın konuşmaya? Bu sessizliğin daha çok canımı yakacağını anladın, susuyorsun. Gözlerine bakıyorum ama ben, seni konuşmaya teşvik edercesine. Yoksa tahrik mi etmek istiyorum seni, suskunluğu boz diye. Zaman zaman sevince benzer bir şeyler geçiyor gözünden sanki, görüyorum. Anlıyorum neden sevindiğini. Ne istediğini biliyorum. Evet anne haklıymışsın, dememi istiyorsun.
- Hiçbir şey demedim. İzledim onu. Hatta bir sigara yaktım. Ben susarken ve o bağırarak ağlarken, ilk kez gerçekten konuşuyormuşuz gibi geldi bana. Hoşuma gitti. Biraz benden de bulaşmış bu kıza, anladım. Bunun ortaya çıkması için başarısız bir evlilik -bunun başarılısı da mı var?-yaşaması gerekiyormuş demek. Yerde kereviz ve havuç parçalarının üstünde bağırmaktan sesi kısılmış bir halde, ana rahmindeki bebek misali büzülmüş sessizce hıçkırıyordu. Kalkıp yanına gittim. ?Kınalı kuzum" demek istedim bu sefer yüksek sesle, sarılmak hatta. (Aman Allah'ım, daha neler.) Çok güldüm kendime. Anne olmak ne garip bir şey. Sen kalk yılların emekli mimarı, yıllarca ne dirsekler çürütmüş, ne evler çizmiş kadın, kızın bir sinir krizi geçiriyor diye -yoksa yalnızlık mı gelir yine?-hemen indir yelkenleri suya. Utanmasam gözleme falan da açacağım mutlu olsun diye. Daha neler! Kendimi topladım, saçlarımı düzelttim aynada. Bunu o istedi. Yalnız kalmayayım diye bir ömürden ödün veremem ya. Hem daha gencim. Belki bulurum orta yaşın biraz üstünde -hem esmer hem de az pazılı olsun, Emin Efendi'ye benzemesi tercihimdir bir yakışıklı. Benden geçmedi daha küçük hanım. Sen yat bakalım yerde, hıçkır durmaksızın. Sünepe baban gibi iç çeke çeke ağla. Annen daha neler yapacak bir bilsen.