- Babam dün gece eve sarhoş geldi. Ben. onun içtiğini hiç görmemiştim. Yatağına zor yatırdık kardeşimle bir olup. Bana annemin adıyla seslenip durdu. Bir ara eteğimi bile kaldırmaya çalıştı. Güldüm ben. Sinirden canım. Kardeşim gülmedi. Ne ketumdur o bir bilseniz. Sevdiği kızdan bile bahsetmedi bana. Annem öldüğünde de hiçbir şey yapmadı, öylece durdu. Hep durur zaten. Ben de bazen öyle olurum, ama zaman zaman neşeye benzer bir şey hissederim belli etmesem bile. Ama o abartır suskunluğunu. Çocukken nasıldı? Nasıldık biz? Çocuk da mı olduk bir zamanlar?
- ... Alırım pastayı giderim eve. Çikolatalı olsun, ama çok büyük olmamalı. Kardeşim yemez nasıl olsa. Pek yemez o. Düşünür. Acaba ne düşünür? Sevgilisini mi, okulunu mu? Bunları düşündüğünü pek sanmıyorum. Hani hep düşünen ama kimsenin ne düşündüğünü bilmediği insanlar vardır ya. Onlardandır benim kardeşim. Belki pek de düşünmüyor aslında, öyleymiş gibi yapıyor. Kim bilir, debil, durağandır belki de. Olsun. İnsan biraz yer pastadan. Ye diyorum sana, Allah'ın cezası. Pasta ye biraz. Sesini çıkarma, ye sen pastayı. Ne annesi? Annen daha gelmez, korkma. Baba deme bana. Ya da, de! Evet, baba de bana, baba. Dönme arkana. Kıpraşma, eğil biraz. Hepimiz pastadan yiyelim...
- Eve geldiğimde babamı yerde yatarken buldum. Kardeşimi de elinde bir bıçakla aynaya bakarken. Bilinçli her memurenin yapacağı şeyi yaparak, kardeşimin elinden aldım bıçağı ki o hâlâ aynaya bakıyordu ve babamın karnına koydum. Şişer ölüler davul gibi olur, bilirsiniz belki. Sonra pasta geldi aklıma. Gittim açtım mutfakta. ... ... Göğüslerimi iki elimin arasında sıkıştırarak, sütyenimi düzeltirken yaptığım gibi öne eğdim, hafifçe salladım. Saçlarıma şekil verdim. Biraz gururlanarak, yarım ağız sırıttım, geçtim oturdum kolları eprimiş koltuğumuza. Babamı izlerken yavaş yavaş yedim pastayı. Sanki bir şeyler düşünmeliymişim gibi hissettim... Sonra geçti.
- Üstünde siyah bir tişört ve bir kot pantolonla, çok eşyası olmayan, az aydınlatmalı bir odada, saçları siyah bir kuğu olmuş yere serilmiş, bedeni hareketsiz öylece yatan bu genç adamın adını ben de bilmem. Ya da bilirdim bir zamanlar, ama çok oldu. Çok şey bilmiyorum artık. Umurumda da değil.
- Uzun yıllardır sahnelerdeyim. Sanmayın çok ünlü falan olduğumu. Hani otobüste ya da vapurda gördüğünüz, hasbelkader tanıdığınız ancak umursamadığınız adamlardanım ben de. Çok para kazanmadım, ama keşke kazansaydım. O zaman belki burada sahne sıramı beklerken ağrımı dindirmek için konyak içmek yerine, tam teşekküllü bir hastanede, güzel hemşirelerin etrafında fır döndüğü, yediği önünde yemediği ardında o ensesi kalınlardan olurdum ben de. O zaman belki...
- Sahi niye tiyatrocu olmuştum ben? Bak bunu bile hatırlamıyorum. Babama inattı sanırım, ya da... Otuz beş yıl boyunca inat uğruna yapmadım tabii ben bu mesleği, ama tiyatro aşkı edebiyatı da yapacak değilim. Alışmış olmalıyım demek ki başka birileri olmaya her gece. Unutmama yardım etmiş olmalı bazı şeyleri. Sen otur öyle karşımda, üzülmüş gibi yapmaya devam et. Seni pis, şişko, lubun...
- Annesinin beyaz sabun kokan ellerini, terlediğinde bile güzel kokan boynunu düşündü birden. Annesi hâlâ evde olsaydı, küçük odalarının tek penceresinin yanındaki, bordo rengi solmuş eski divanın üstünde sessizce oturmaya devam etseydi keşke. Şimdi babasının bu zorunlu ve horultulu eşliğine ihtiyaç duymadan annesinin dizinin dibinde oturuyor olsaydı... Nasıl razıydı buna!
- Babasının ölmesini kaç kere dilediğini artık unutmuştu. Onun yerine annesinin ölmüş olmasının kendi suçu olduğunu sanmıştı uzun süre. Sonra böyle işlemediğini fark etti dünyanın düzeninin. Ellerinden uzanarak huzurlu rüyalara daldığı o kadın ölmüştü ve bunun babasının ölmesini istemesiyle bir ilgisi olamazdı. Olmamalıydı. Annesi, biricik oğlunu Muşlu Bakkal'a yollayarak aldırdığı çamaşır suyunu içerek kendini öldürmüştü. Bu ölümdeki payının o çamaşır suyunu almak ve eve getirmekle sınırlı olduğunu biliyordu. İşte o uğursuz günden beri, bazı günler kasetçi dükkânına babasıyla birlikte geliyor, akşam eve yine onunla birlikte dönüyordu. Bu da annesinin ölümündeki dolaylı payına kesilebilecek en ağır cezaydı ona göre.
- Babası annesinin saçına başına bakmadan kadehi alıp hemen yuvarladı. Yuvarlarken de gözlerini kapadı her zaman yaptığı gibi. Bir an durduktan sonra kalkıp pilaki dolu tabağı fırlattı ortalığa. Pilaki tüm haşmetiyle çiğ sarı duvardan süzülüyordu yavaşça. Sarışın, göbekli, içkici, uykucu ve keyfine düşkün diye tanımladığı bu adam yerde böğürerek kıvranırken nasıl da acınası duruyordu. Annesiyle el ele tutuşup dönmeye başladılar, kıkırdamalarını kahkahalara devşirerek. Annesinin yüzünde her zamanki morluklardan hiçbir eser yoktu. Olduğundan çok daha genç, çok daha kanlı canlıydı. Mutluluk tüm damarlarında ılık bir yılan gibi dolaştı durdu.
- Sonra babam işyerinde intihar etti. Beşiktaş 3. Noteri canına kıydı diye gazetelere çıkmıştı eski bir fotoğrafla birlikte. Önde oturan babam, kucağında da ben. Annem arkamızda gülerek duruyordu, sol eli babamın omzunda. Ancak bir intihar haberine konu olabilecek kadar mutlu bir fotoğraf.