- Yanlış yapmaya yazgılı doğmuşuz bir kez; ne gelir elimizden? Korku içinde yaşayıp gitmeye bağımlı kaldığının ayrımına vardığı da oluyordu bu tür baktığı için; dikelmeye kalkışıyor, biraz şaşkın, biraz beceriksiz aranmalarından sonra sanatsal eylemin arı, duru doğasına bırakıyordu kendini.
- Üstüne yapışmış çamurlardan kurtulmak için ılık bir göle atılır gibi... Asıl yaşamın gölün dışında olduğunu unutsan da taş gibi olaylar öyle bir anımsatır ki...
- Üstelemelerine dayanamayıp da kırk yılda bir yemeğe gitse boğulacak gibi olduğunu belli etmemek için biraz daha boğulmaya katlanması gerekiyordu.
- Bu pis çamurlu kara parçası bize yabancılaşmış, biz ona değil!.
- Minibüsler, serçeler, insanlar...
- Kötülük nedir? Neye diyoruz kötülük? Yırtık bayraklı bir gönder kakılmıştı içine. Dört bir yandan esip savuran yellerle bayrak paramparçaydı. Kırmızı bezin arasına karalar da karışmıştı!.. Esen yellerde mi, bayrakta mı kötülük? Ya gönderin kırıldı kırılacak tahta sopası? Kurtlar didik didik etmiş. Tümü de boşuna; çirkin bile bu benzetmeler. Kara rengin ulaşmadığı yer var mı? Güneşte bile kara lekeler oluyormuş! Bayrağı tutan el de gevşer; el bu!..
- - Bir dilim ekmek için yerlerde süründü seninki... - Başımıza her türlü bela sizden geliyor zaten. . . . . "Bir dilim ekmek için yerlerde sürünen" kim idi ise, onun yakını olmalıydı bu. Belki annesi. Suçlama onur kırıcı biçimde ağır. Yerlerde sürünmeyen mi var bir dilim ekmek için!..
- İsteyerek yaptıklarınla yapmak istemediklerin, bir bakıyorsun, yer değiştirmiş.
- Bu dünya karmakarışık. Hep de böyle gidecek. Düzeltmeye kalkan biraz daha bozuyor!
- Ne çeşitli adları vardır yanlışların! Ya doğruların? Yanlışla doğru ikizdir, kim kolay ayırabilir ki ?..