- "Evet, çünkü Avrupa'ya özgü gelişmelerin (Aydınlanma, Roma, Yunan, Yahudi-Hristiyan mirası, Rönesans hümanizmi ve bireyselcilik, sivil haklar ve demokrasi...) büyük ölçüde bu coğrafyada ortaya çıktıkları ve serpildikleri ortada. Peki, bu temellerin ne kadarı Avrupa'ya özgüdür? Diye düşününce, karşımıza çıkan manzara şu oluyor: Hristiyanlık da Yahudilik de, Yunanlılık da, aslında bugün Avrupa diye bildiğimiz coğrafyanın mahsulleri değil. Akdeniz'in doğusundan gelip Avrupa'da vatan tutmuş ve bugünkü filizlenmesini burada başarmıştır her üç temel aktör de." (S. 32)
- "Türkiye'de zannedilir ki, Avrupa ülkelerinde demokrasi, halka altın bir tepside sunulmuştur. Yine zannedilir ki, genel oy hakkı, yani erişkin yaşa gelmiş bütün vatandaşların seçmen olarak oylarını serbestçe kullanabilmeleri hakkı, Avrupa ülkelerinde Rönesans ve Aydınlanma'yla başlamış ve ondan sonra da aynıyla, hatta gelişerek kesintisiz bir çizgide sürüp gitmiştir. Yine zannedilir ki, demokrasi, taraflar arasında başlangıçta varılan bir uzlaşma ve sözleşmeden sonra sarsılmaz bir şekilde yerleşmiştir Batı toplumlarına.
Oysa tarihin aynasına baktığımızda Avrupa'da demokrasi, aristokrasiyle burjuvazinin, burjuvaziyle işçi sınıfının, Katoliklerle Protestanların vs. birbirlerine karşı kanlı dayatmalarının, katliamların, kitlesel kıyımların, kanlı devrimlerin, diktatörlüklerin, isyanların sosyal hayatın çeperlerini çatlatacak raddeye kadar zorlamasıyla kazanılmış hakların toplamı olarak çıkar karşımıza." (S. 56) - "Rönesans yıllarında Avrupalı aydınlar ele gelir neleri varsa bunları Müslümanlardan aldıklarını pekâlâ biliyor ve aslında Müslümanlar karşısında içine düştükleri ağır kompleksten kurtulabilmek için onların haricinde bir tutamak arıyorlardı da ondan." (S. 63) Çünkü Müslüman mirasını itiraf etmek batının hazmedebileceği bir şey değildi ve yüzyılımızda bunu hala başarabilmiş değiller. Ayrıca devamında yazar şunu ekliyor; "Yunan mucizesi diye bilinen malum uygarlığı kuranlar, bildiğimiz Yunanlılar değil, siyah derili Afrikalılardı, yani Fenikeliler ve Mısırlılar!" (S. 64)
- "Beyinlerimiz ilköğretim sıralarından itibaren keşifler, icatlar, Rönesans, Reform, Aydınlanma, Bilimsel Devrim, Sanayi Devrimi gibi bir sürü takoz bilgiyle tıka basa doldurulmuş durumdadır. Bir kere o yaşlarda bu bilgileri almaya başlayınca, kafanız ikiye bölünüyor. Bir siz varsınız ki hiç iç açıcı bir durumunuz yok. Bir de Batı var ki, dünya ona hayran, o da kendisine." (S. 105)
- "Şerif Mardin'in bir yazsında vurguladığı gibi Batı insanının ruhunun derinliklerine işlemiş bulunan şeytan korkusu, bizim için efektler düzeyinde şaşırtıcı bir fantastik dünyadan ibaret kalmış, bir türlü iç dünyamızın derinliğine nüfuz edememiştir." (S. 110)
- "Feministlerin yüz yüze gelmelerinin mukadder olduğu en ciddi problem, erkeklerle eşit mi yoksa farklı mı olduklarına karar verememeleridir." (S. 194)
- "Bir odada siyah olan başka insanlarla, siyah olduğunu bilmek için, birlikte oturmaya ihtiyacım yok ?bu birlik anlamına gelmez. Birliğin bir amacı olmalıdır, eğer yoksa politika konuşmuyoruz demektir... İnsanlar şunu anlamalıdır ki, bir insan yalnızca kadın olduğu ya da siyah olduğu için, o ve ben aynı politikalara inanmak zorunda değiliz. Birbirimizi, kim olduğumuz bağlamında değil, birbirimiz için ne yaptığımız bağlamında tartmaya çalışmalıyız." (S. 196)
- "Filanca bilim adamı şu konuda şu şu şartlar altında yaptıkları araştırmalar sonucunda şöyle bir sonuca ulaşmışlardır ifadesi daha bilimsel bir ifadeyken, Bilim şu konuda hükmünü vermiştir'e dönünce iş, artık bilimin ihtiyatlı olması gereken dilini bırakıp dini bir ifade biçimine bürünmüş olur. Yoksa Kuran'ın bu konudaki hükmü şudur ifadesiyle Bilimin hükmü şudur ifadesi arasındaki söylem benzerliği, bilimin dinin alanına tecavüz ettiğini mi gösteriyor?" (S. 214)
- "Mantık şöyle kuruluyor: Bilim adamları yanılır ama bilim yanılmaz. Bu da bir efsane işte. Bilim adamlarından bağımsız Bilim diye bir varlık yoktur ki! Futbolcusuz takım neyse, bilim adamı olmayan bilim de odur." (S. 218)
- "Dinlerin en parlağı olan Muhammed'in dini müstesna, hemen bütün dinler bu şekilde (halkı kandırmaya yönelik kurnaz insanların faaliyeti şeklinde) kurulmuştur; evet Muhammed'in dini en parlak dindir; çünkü dikkat ederseniz görürsünüz ki, mevcudiyetini zaferlere borçlu olan bu din doğduğu günden beri tanrı tarafından korunmaktadır.
Bundan başka Müslüman dini, aradan bin ikiyiz yıl geçtiği halde hala kurucusu zamanındakinin aynıdır. Bizzat Muhammed tarafından yazılan yasalar bugün değerlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Kuran adındaki kitaba Türkiye'de olduğu kadar İran'da, Hindistan'da olduğu kadar da Afrika'da saygı gösterilmektedir; her yerde harfi harfine onun sözlerine uyarlar; Müslümanlar arasında yalnız Ali ile Ömer'in veraseti (hilafeti) üzerinde anlaşmazlık vardır. Hristiyanlık ise her bakımdan İsa'nın dininden farklıdır." (S. 261) Voltaire'e ait.