- "Selamünaleyküm." Bu sıcakta kucaklaştık. Biz hakikaten sıkı arkadaşız. "Aleykümselam." İbrahim Kurban'ın kaşları her zamanki gibi çatık. "Çok beklettim mi?" Asla dakik olamadım ve sırf bu yüzden uzadıkça uzayan dostluklarım var. "Evet, ama bu bir rekor değil." İbrahim kadar az konuşan ve hazırcevap biri zor bulunur. / syf. 21
- "Yani kimsesizlik, kimsenin tekelinde değildir: Kainat ve tarihin bekleme salonunda biraz soluklanıyoruz, çoğunlukla da adımız anonslanmadan kainat ve tarihe gömülüyoruz... Ve hepimiz biliyoruz ki: Dostlarımız, biz caddenin kenarında alevler içinde yanarken, karşıya geçip üstümüze işemeye üşenen kimselerdir. Demem o ki insan sevgisi ile dolu değilim, [d]olmam da gerekmez. Yine de centilmenliği dürüstlüğe tercih ederim. Dürüstlük çoğunlukla kibre varır. Centilmenler; kindarlığın ve fevriliğin intikamla bağdaşmadığını bilirler." / syf. 49
- "Bütün bunları biraz da sıkılarak anlatıyorum. Çünkü çağımızda, bir şey anlatmanın önemi kalmadı. Sır dönemi kapandı. Alenilik salgını yüzünden, medyatik ifşaat ve teşhir çılgınlığı yüzünden, monotonluğun sistemleştirilmesi yüzünden... her şey otomatikman pornografikleşti. Şeffaflığın ilkeselleştirilmesi de yapılan işlerin faziletliliğine duyulan güvenin açığa çıkmasını kolaylaştıracağı yerde, arsızlığın rahatça ilanına vardı. Merak preslendi, bereketini yitirdi. Her şey uluorta olunca, sebepsizlik ve sonuçsuzluk neşet etti ve kanıksandı. Görünmek de saklanmak da büyük birer mesele haline geldi. Meşhur mu oldunuz, demek ki yanlış anlaşıldınız. Kayıplara mı karıştınız, bu sizin sorununuz." /syf. 50
- "Borges der ki," dedim, olanca gizemini üstüme aldığım kadına, "İmkânsız, reddedilmiş mümkündür ve kuzeye gidildikçe imkânsızlar çoğalır." Kadın söylediklerimi anlamıyor gibiydi. Burnundan çıkmaya çalışan minik salyangoza gözlerimi dikerek sözlerimi tamamladım: "Suyun suda kayboluşu gibi, hakikati bulmak uğruna kaybolmayı göze almak... En önemli ayrımlar hep en belirsiz olanlardır." / syf. 69
- Dilara Dilemma da bana en çok resimden, ressamlardan bahsediyordu. Büyük sanat eserlerinin tadma varmamızın önündeki en zorlu engelin, alışkanlıklarımızı ve önyargılarımızı değiştirmek konusundaki isteksizliğimiz olduğunu söylüyordu. 1800'lü yılların ikinci yarısına kadar yapılan resimlerde koşan atların, dört ayakları da havada, yay gibi gerildiği görülürmüş. Theodore Gericault'un Epsom At Yarışları adlı tablosu, bunun ünlü örneklerinden biriymiş. 19. yüzyılın sonlarına doğru, atların koşarkenki her hareketinin anbean fotoğrafı çekilmeye başlandığında, hiçbir zaman dört ayaklarının da birden havada olmadığı anlaşılmış. Ressamlar, atların uçtuğu resimler yapmayı bırakmışlar ve bu da resim severleri ve eleştirmenleri huzursuz etmiş... Resim sanatı renklere ve biçimlere dair basmakalıp hükümlerimizi tahrik ederek bizi kendi içimizde cereyan eden bir maceraya sürüklermiş. Kalp resmi ile insan kalbi hiç de birbirine benzemiyormuş. Yıldızların da köşeleri filan yokmuş. Diyelim bir kadının resmi, cazibesini o kadma borçlu olmama- lıymış. Aksi takdirde sanatın salt taklitten ibaret, yavan ve hattâ soysuz bir şey olmasından kaçınılamazmış. Kadının biçimi ve özü ile kadının resminin biçim ve özü ayrı düzlemlere ait olgularmış. Dilara Dilemma'nın söylediğine göre, Picasso İspanya'nın güneyinde bir evi beğenmiş ve evin bir resmini yapıp sahibine vermiş; karşılığında da evi almış!.. Türk resminin atası Şeker Ahmet Paşa, Colona Körfezinde karaya oturmuş bir gemiyi kurtarmış!.. 26 yaşında resim yapmaya başlayıp 36 yaşında da intihar eden Van Gogh, bu süre zarfında 800'den fazla resim yapmış... "Yaşlı" Pieter Bruegel, yaptığı her resme eşlik edecek bir şiir yazarmış... Matisse'in Bateau [Gemi] adlı tablosu, 1961'de New York'taki Modern Sanat Müzesi'nde, bir yanlışlık sonucu iki ay boyunca başaşağı olarak asılı kalmış; 12 bin ziyaretçinin hiçbiri bu tersliği farketmemiş... Antonio Bin, bir 'Mona Lisa makinasıymış! 300'den fazla Mona Lisa taklidi yapmış ve bunlar hiç de ucuza gitmiyormuş... Ben de resim bilgimi ortaya döküyorum: "İspanya'da Salvador Dali hayranı bir seri katil, kadınları kesip biçerek Dali'nin resimlerindeki şekillere sokuyordu!.." Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı resmindeki kaplumbağa'nın adının 'Tosbağdadî' olduğunu öne sürüyorum: "Hayvancağız Bağdat'tan getirilmiş olmalı..." Toy bir kıvançla "Kalıbımı basarım," diyorum "John Wismont Jr. adlı ressamı tanımıyorsun?" Neşeli bir kuşkuyla soruyor: "Kimmiş?" "Dünyanın en 'sulu' ressamı. 50 bine yakın suluboya resim yapmış!.." Abartıyorum: "Sürrealizm, resim sanatının mayasında var: Filler daima olduklarından küçük, pireler ise büyük çiziliyor!" / syf. 98-99
- "İhanetin hakiki eleştirisi mezar taşlarına yazılır. Gelgelelim kendi acılarımız bizi başkalarının yalanlarından daha çok yanıltabilir."
- Alıntının alıntısı: "Geçmişin bana neler hazırladığını bilmiyorum." - Abdülhak Ebî Reydâ / syf. 124
- Hatip sıkı bir elemana benziyordu: "Aziz kardeşlerim! Allah'ın razı olduğu kişiye tufan bile bir sığınaktır... İlahî emirle yükselen sular göğün çizgisiyle birleşse bile müminler korkudan emin, o gemide sıcak rüyalar içinde uyurlar... Tufanın kabaran dalgaları Cehennem alevlerinin yeryüzündeki sudan izdüşümleridir... İnananlar için her çağda bir Nuh'un Gemisi vardır... Her an tabiatın içinde ve uzayın derinliklerinde; mikro ve makro alemlerde nice tufanlar cereyan etmekte, olup bitmekte, fakat insanoğlu bunu değerlendirmeye bir türlü yanaşmamakta..." / syf. 142
- "Bir erkeğin hayatında, yenilgiyi kabul eder gibi yaparak zafere ulaştığı anlar vardır. Bu gerçi kadınların tarzıdır, fakat nadiren erkeklerin de başvurduğu bir yöntemdir... Aylar sonra yakayı ele verdim. Çünkü durum bunu gerektiriyordu. İbrahim Kurban 14'lüyü kafama dayadığında içimden "Bravo Habip Beyciğim, gene başardınız!" dedim. Kendime "siz" diye hitap ederim. Saygınlığın ilk kuralı budur. Kendinizle aranıza mesafe koymazsanız, başkalarından bunu bekleyemezsiniz." / syf. 169
- "Engeller, gözünüzü hedeften ayırdığınız zaman karşınıza çıkan korkunç şeylerdir" gibi laflar ederdi. Ona göre iyi bir yüzücü, gülle de atabilmeliydi; bir kimse uçak kullanabiliyorsa, uçaksavarla isabetli atışlar da yapabilmeliydi; satranç şampiyonları tango yapmalı, kimyagerler fil terbiye etmeli, keman virtüözleri veterinerlik yapabilmeli, beyin cerrahları arkeolojiden anlamalıydı. Amatörlüğe gösterilen sempatiyi hor görürdü. / syf. 173