- O zaman ben kime hitap ediyorum? Karşı sayfadaki satırlara mı? Yazının yazının üzerine kapanması ne kadar korkunç bir şey, bunu anlayabilir misiniz ey heyecan peşinde koşan sevgili okur? Birbirine değen sözcüklerin, satırların, paragrafların birlikteliği adeta bir cehennem! Gün ışığının bir metin için ne kadar önemli olduğunu bir kez olsun düşünmenizi rica ediyorum. Balkondaki çiçekler kadar en azından.
- Biliyorum, ben bana bakıldığında, okunduğumda var olabiliyorum sadece. Gerisi üst üste değen metinlerin karanlığı. Sürekli Araf.
- "Öyle olmalı. Onlar İstanbul'un bin bir rengini içlerine çekerken, ben labirente benzeyen sokaklarında ne kadarının bana ne kadarının şehre ait olduğunu anlayamadığım bir karanlığa gömülüyorum. Biliyorum, ben onlardan değilim, şimdi yanımdalar ama yarın? Muhtemelen olmayacaklar."
- İzlemek, müdahale etmeden izlemek, bakmak, görmek dolaylı bir onaylama mekanizmasından başka bir şey değil. Modernlik sonrası dünyanın medyayı kullanma biçimi tam da bu ikili işleve dayanmakta. Kötülük gizlendiği ölçüde kaynağına zarar verebilir. Onaylanmamış kötülük sadece sahibine aittir. Kötülük sahibi olmak başlangıçta iktidarla mümkündür ancak sürdürülmeye muhtaç bir iktidardır bu. Sonsuza genişlemekten başka stratejisi olamaz kötülüğün. Dolayısıyla yırtıcı, iktidarını bir biçimde seyirlik hale getirmek zorundadır. Bir kez seyirlik hale gelen iktidar izleyicinin onayını alır. Onaylamak, gönüllü yapılan bir eylem değildir. İzleyicinin, güçsüzlüğünü ve etkisizliğini kavradığı anda yaşadığı psikolojik bir dönüşümdür. Bu süreç kötünün güçlüye ve haklıya dönüştürülmesi ile tamamlanır. Onaylamamanın tek yolu karşı kuvvet oluşturmaktır. İzleyici bunu yapacak erke sahip olmadığını anladığı anda kötülüğü onaylamanın anaforuna kapılmak üzere olduğunu hisseder; psikolojik bütünlüğünü korumak için bu durumla başa çıkacak bir strateji/bir açıklama bulmak zorunda kalır. Yırtıcının iktidarı bu şekilde haklı bir duruma dönüşür izleyicinin zihninde. Bir başka deyişle önce onay gelir, ardından açıklama. Bu, izlemenin ilk işlevidir. İkinci işlev birincisi kadar belirleyici olmasa da önemlidir. İzlemek, tanık olmak yırtıcının iktidarının altını oyuyormuş gibi bir etki yaratır. Kötülüğün ifade edilmesi ile kötülüğün bertaraf edileceği varsayımının zihinlerde gücünü korumasından ileri gelir bu durum. Kötünün çoğunluğun eliyle cezalandırılacağı düşüncesi arkaik olmakla birlikte tazeliğini henüz yitirmemiştir. Modern yaşam bu tür bir adalet anlayışını çoktan tasfiye etmiştir. Eylemliliği budanmıştır. Linç yasadışıdır. Ancak beklentisi her dem tazedir. Hep bir son umuttur. Tıpkı yırtıcının iktidarının bir gün devrileceğine duyulan çocuksu inanç gibi. İşte izlemenin ikinci işlevi bu arkaik inançların sömürüsüne dayanır. ?İlan edilen kötülüğün sonu yakındır? izlenimi yarattığı için iktidarın altını oyuyorMUŞ gibi görünür. Oysa kaybeden sadece izleyicidir, seyirlik hale gelen hep kazanır.
- ?O zaman çok yazık. Çünkü gerçeğiyle karşılaştığımızda hafızamızda yer eden hatıralar maalesef hep sukutuhayale sürükler bizi. O hatıralardaki güzellikler ya solmuş olur ya da ? hakikatin hafızamızdakinden çok daha küçük, biçimsiz veya çirkin olduğunu keşfederiz.?
- ?İbadethanelerini görsen Alex, o kadar sade ve sakin yerler ki. İnsan hakikaten huzur bulabiliyor. Bizim Katoliklerin kiliselerindeki o acı, dehşet, korku, gözyaşı burada yok. Camide ibadet eden insanlar bütün bedenleriyle büyük yaratıcıya kendini teslim ediyorlar.?
- "Geçmişi söyle bana. Kadın gülümsüyor bilmeden. Kalabalık çok insan. Bir de kuş geliyor uzaklardan. İyi bir kuş. Merakımı yenemiyorum. Heyecanlanıyorum. Geçmişten haber var mı?"
- "İçinde aradığım her neyse bir zamanlar bulmuş olmalıyım. Fotoğraflardaki boşlukların yanında hep mutlu yüzler. Sonsuz bir fotoğraf anı içinde sevmeye devam ediyorlar. Oysa yanlarında hep boşluk var."
- "Ellerim sadece ıslak ahşaba değiyor. Bir gemi hayali kuran tabut. Kuşkulu bir yerindeyim mekanın."
- "Nasıl bu kadar saf olabiliyorsun? Bir hikayenin içindeyiz.Bunun farkında değil misin?" Dedi. Sırıttım. Bu halini tanıyordum. Bir hayal kurar, uzun uzun anlatır, tam ben ayrıntılarına kendimi kaptırmışken , başka bir şeyden söz ettiğini , hiçbir şey anlamadığımı söylerdi. Bir yanlışlığın ortasında dururdum öylece. Yeterince beklersen hayaller eriyip yok olur. En iyisi geçiştirmek : "Evet , berbat bir hikaye. Kahramanları ikimizsek... Evet, gerçekten de sıkıcı olurdu." Güldüm. Anlamayacağını biliyorum. Senin rolün de bu işte. Anlamamak."