İzlemek, müdahale etmeden izlemek, bakmak, görmek dolaylı bir onaylama mekanizmasından başka bir şey değil. Modernlik sonrası dünyanın medyayı kullanma biçimi tam da bu ikili işleve dayanmakta. Kötülük gizlendiği ölçüde kaynağına zarar verebilir. Onaylanmamış kötülük sadece sahibine aittir. Kötülük sahibi olmak başlangıçta iktidarla mümkündür ancak sürdürülmeye muhtaç bir iktidardır bu. Sonsuza genişlemekten başka stratejisi olamaz kötülüğün. Dolayısıyla yırtıcı, iktidarını bir biçimde seyirlik hale getirmek zorundadır. Bir kez seyirlik hale gelen iktidar izleyicinin onayını alır. Onaylamak, gönüllü yapılan bir eylem değildir. İzleyicinin, güçsüzlüğünü ve etkisizliğini kavradığı anda yaşadığı psikolojik bir dönüşümdür. Bu süreç kötünün güçlüye ve haklıya dönüştürülmesi ile tamamlanır. Onaylamamanın tek yolu karşı kuvvet oluşturmaktır. İzleyici bunu yapacak erke sahip olmadığını anladığı anda kötülüğü onaylamanın anaforuna kapılmak üzere olduğunu hisseder; psikolojik bütünlüğünü korumak için bu durumla başa çıkacak bir strateji/bir açıklama bulmak zorunda kalır. Yırtıcının iktidarı bu şekilde haklı bir duruma dönüşür izleyicinin zihninde. Bir başka deyişle önce onay gelir, ardından açıklama. Bu, izlemenin ilk işlevidir. İkinci işlev birincisi kadar belirleyici olmasa da önemlidir. İzlemek, tanık olmak yırtıcının iktidarının altını oyuyormuş gibi bir etki yaratır. Kötülüğün ifade edilmesi ile kötülüğün bertaraf edileceği varsayımının zihinlerde gücünü korumasından ileri gelir bu durum. Kötünün çoğunluğun eliyle cezalandırılacağı düşüncesi arkaik olmakla birlikte tazeliğini henüz yitirmemiştir. Modern yaşam bu tür bir adalet anlayışını çoktan tasfiye etmiştir. Eylemliliği budanmıştır. Linç yasadışıdır. Ancak beklentisi her dem tazedir. Hep bir son umuttur. Tıpkı yırtıcının iktidarının bir gün devrileceğine duyulan çocuksu inanç gibi. İşte izlemenin ikinci işlevi bu arkaik inançların sömürüsüne dayanır. ?İlan edilen kötülüğün sonu yakındır? izlenimi yarattığı için iktidarın altını oyuyorMUŞ gibi görünür. Oysa kaybeden sadece izleyicidir, seyirlik hale gelen hep kazanır.
Diğer Murat Gülsoy Sözleri ve Alıntıları
- Fazla olan bendim ama bunu anlamak istemiyordum.Bazen birilerinin hayatında fazlayızdır bu kadar basittir.Bize orada yer yoktur.
- Fazla olan bendim ama bunu anlamak istemiyordum.Bazen birilerinin hayatında fazlayızdır bu kadar basittir.Bize orada yer yoktur.
- Perde açılıyor. Güzel bir gün. Kadının sesi bu. Kuşlar ötüyor bak. Duvarın ortasında bir pencere beliriyor, beyaz boşluğun içinde yeşil lekeler kımıldıyor. Bu görüntüyü bulandıran kadına bakıyorum: Tıraş olmalıyım! Adem gelecek bugün. Kadın bir şeyler söylüyor ama sözler hızla geri dönüyor çıktıkları yere. Yüzü bir karınca yuvası. Ağzından, burun deliklerinden içeri kaçıyorlar. Ne dediği anlaşılmıyor! Kadın perdeyi sonuna kadar açıyor. Tiyatro bu, çok iyi bilmiyorum şimdi, kalın tozlu kadife perde, bordo. Gıcırdayan tahta döşeme. Gemide geçen bir oyun. Tek seyirci ben miyim? Hayır. Sahne burası. Tek kişilik bir oyun ben.
- Ağaçlardan önce uyandım. Ellerimi havaya açtım. Tavan yıkılsın, parlak yıldızlar görürsün istedim. Biri adımı söylesin. Ben o adı bileyim. İstedim. Yazıların üzerinde gezdirdim parmaklarımı. İki kemikli örümcek. İşte adlar. Biri benim olmalı. Kulağıma fısıldayanlar nerede şimdi? Bu yorgun madde benim. Kimsesizliğin ortasında gecikmiş. Ölmeden ölünüz buyuruldu. Tavandan aşağıya ağları, toz, kül ve sözler döküldü. Buyruklar. Yazabilseydim eğer ağaçlar uyanırdı. Su yürürdü. Işırdı. Bir adım olurdu.
- Uzak soğuk bir ülkede fısıldanmış ateş başında. Çıplak bedenler birbirine sürtünerek ısınır. Yalnızlar soğuktan ölür.
- Sıvaların döküldüğü yerlerde belirdi öteki ülke. Bilinmeyen bir dünyanın haritasını görüyorum. Girintilerinde parmaklarımı dolaştırıyorum. Duvar değil bu, çıplak hayvan derisi. Irmak değil damar bunlar kirli siyah. Nefes alıp veriyor, geriliyor, terliyor. Bir bıçağın olsaydı akıtırdım soğuk kanını. Kadın tutuyor elimden. Bırak beni. Öteki yerlere gitmem gerek, çıkmam gerek. Hayvan kıpırdıyor, sıvalar dökülüyor. Harita çağırıyor.
- Ağrı gerçek. Sırtım kalın kabuklu bir ağaç gövdesi. Bu gemi bedenimden çalınmış olanla yapıldı. Çatırdıyor şimdi. Fırtınaya dayanamaz. Duvarlara tutunarak yürüyorum. Alabora olma korkusu. Ben hem gemi hem Nuh. Sular yükseldiğinde yanıma kimseyi alamadım. Issız bir yerdeydim. Aklımın koridorları geminin kamaraları bu yüzden boş.
- Korku. Tüm yaşantımı ele geçirip damgasını vuran bu duygudan kurtulmak için bir şeyler yapmak yerine, yaklaşmakta olanı durdurmak amacıyla hep geri çekiliyorum. Geri çekilirken sağlamlığına güvenmek istediğim duvarlar örüyorum, setler çekiyorum, siperler kazıyorum. Fakat tüm bunların boş çabalar olduğunu da biliyorum. Çünkü geri çekildikçe arkamda duran, iç dünya denilen o uçurumun uğultusunu ensemde hissediyorum.
- "Yeniden bir dünya yaratmak, içinde kendi halinde bir kahraman olarak yerimi almak için bir iz arıyordum. Oysa bulduğum tek şey ruhumun ormanlarında sabahlara dek yanan bir ateş, sabah sisine karışan bir kül ve dumanın çizgilerini silikleştirdiği bir vahşi adam." (S. 166)
- "Onca zaman kibar kibar susan, ne denirse onaylayan bir adamdan, bağırıp çağıran, yılların birikmiş hesabını çıkarıp suratlarına vuran bir adama dönüştüğün gece canlanıyor zihnimde. Bir çeşit sinir krizi değilse neydi o halin?" (S. 42)