- "Anladım ki, Allah insanların birbirlerinden ayrı ayrı değil, tek vücut halinde yaşamalarını istediğinden, her birine kendi ihtiyaçlarını değil; her birine, hepsi için gerekli olan şeyleri ilham ediyor.."
Anladım ki, insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah'a yaklaşır; Allah da ona yaklaşır. Çünkü O, sevgiyi yaratandır.."
//sayfa 38// - Seyyah, yırtıcı bir hayvandan kurtulmak için kuyuya atar kendini. Orada, kuyunun dibinde bir ejderha görür, onu yutmak için ağzını açmıştır. Yırtıcı hayvan tarafından yutulmamak için yukarı çıkmaya cesaret edemeyen ama ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı, kuyunun duvar taşları arasında yetişen bir dalı yakarla ve sımsıkı tutunur ona. Elleri uyuşur ve az sonra, kendisini her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder. Oysa hala sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada, biri beyaz, biri siyah iki farenin onun tutunduğu dalın çevresinde dolaşıp dalı kemirmekte olduklarını görür. Birkaç dakikası vardır, çalı kopacak ve o da canavarın ağzına düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansı olmadığını bilir, ancak havada debelendiği sürece çevresine bakınmaya devam eder. Dalın yapraklarında bal damlaları görürü, dilini uzatıp bunları yalamaya koyulur. İşte, bende aynen böyleyim, ölüm ejderhasının kaçınılmaz bir şekilde beni beklediğini, beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde, hayatın dallarına tutunuyorum ve bu azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor. Ve şimdiye kadara bana teselli veren balı emmeyi deniyorum; fakat bal bana tat vermez oldu artık; beyaz ve siyah fareler, gece-gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler. Ejderhayı açık seçik görüyorum ve bal bana tatlı gelmiyor artık.
- Gördüm ki benim çevremin insanları, içinde bulunduğumuz bu korkunç durumdan kurtulmak için dört yol bulmuşlar.
Birinci çıkış yolu, bilgisizlik yoluydu. Hayatın bir bela ve saçmalık olduğunu bilmemek ve kavramamak. Bu grubun insanları ?ki çoğu kadın ya da çok genç olanlar, ya da çok saf erkeklerdi ?Schopenhauer'u, Budda'yı rahatsız eden hayat sorusunu henüz kavramamışlardı.
İkinci çıkı yolu, Epikürcü çıkış yoludur. İnsan hayatının umutsuzluğunu bilse de, onun sunduğu nimetleri tatmak, " Bu yüzden insanın yeryüzündeki tek zevki olan yeme-içme ve eğlenmeyi övmüşümdür. Bu Tanrı'nın ona bahşettiği hayat boyunca, çalışma sayesinde elde edilir. O halde git de ekmeğini neşe içinde ye, şarabını keyifle iç! Hayatı sevdiğin kadınla geçir, senin boş hayatın elverdiği sürece; çünkü bu senin hayattaki payındır, yeryüzün de yaptığın işteki payındır. Yapabildiğin her şeyi yap; çünkü gideceğin cehennemde ne iş, ne sanat, ne akıl, ne de bilgelik var."
Üçüncü çıkış yolu, güç ve enerjinin çıkış yoludur. İnsan hayatın dert ve saçmalık olduğunu anlayınca, onu yok etmelidir. Çok güçlü ve tutarlı insanlar böyle hareket ediyor. Onlara oynanan oyunun bütün aptallığını kavrayınca, sonra ölülerin sahip oldukları şeyin yaşayanlarınınkinden değerli olduğunu ve en iyi şeyin var olmamak olduğunu kavrayınca, buna göre davranıyorlar ve bu aptalca şakaya birden son veriyorlar (yani intihar ediyorlar).
Dördüncü çıkış yolu, zayıflık yolu. Bunun esası şudur: İnsan, hayatın dert ve saçmalık olduğunu kavradığı halde, onu sürdürmeye son vermez, bundan başka bir şey çıkmayacağını bilerek. Bu grubun insanları bilir ki, ölüm hayattan iyidir ama onlar yanılgıya bir an önce son verip, kendilerini öldürerek akıllıca davranma gücüne sahip olmadıkları için, sanki bir şeyler bekliyor gibi yaparlar. Bu zayıflığın yoludur; çünkü eğer ben daha iyi olanı biliyorsam ve buna gücüm yetiyorsa, neden daha iyi olana kendimi vermeyeyim? Ben, bu gruptayım.
İnsanlığın muazzam toplulukları ise, bütünüyle insanlık ise, bu anlamı, akla dayandırılmış bir bilgide görüyor. Akla dayandırılmış bu bilgi ise, inançtır, yani benim iyice reddetmem gerektiğine inandığım inanç. Güçlü bir tanrı'ya, dünyanın altı günde yaratılmış olduğuna, şeytana ve meleğe ve benim aklımı kaybetmediğim sürece kabul edemeyeceği her şeye inanç. - Hiçbir görüş beni onların inançlarının doğruluğuna inandıramazdı. Bana yokluğun, hastalığın ve ölümün verdiği korkuyu kaldıracak bir hayat duygusuna sahip olduklarını açıklayacak davranışlar gerekliydi, ancak o davranışlar beni inandırabilirdi. Bu türlü davranışları bizim çevrenin türlü inançlı kişilerinde görmüyordum. Buna karşılık, o türlü davranışları, çevremizin en inançsız insanlarında görüyordum.
Bizim çevrenin dindarlarının bütün hayatı, inançlarıyla çelişkideydi. - Diyebilirdim ki başımdan öyle bir şey geçti: Beni bir kayığa oturttular ne zamandı bilmiyorum artık. Beni tanımadığım bir sahilden uzaklaştırdılar, karşı kıyıya yönelttiler. Kürekleri cahil birinin eline verip, beni yalnız bıraktılar. Kürekleri elimden geldiği kadar uğraştım ve ilerledim. Fakat ben açıldıkça, beni oraya götüren akıntıda şiddetleniyordu. Hedeften uzaklaşıyordum. Ve benim gibi akıntıya kapılan kürekçilere daha sık rastlar oldum. Bazıları durmadan kürek çekiyordu, bazıları ise kürekleri fırlatıp atmıştı. Koca kayıklar dev gibi gemiler insan dolu. Bir kısmı akıntıya karşı çabalıyordu, bir kısmı kendini ona bırakmıştı. Ve ilerledikçe, akıntının aşağılarında ki yolcuların ardından bakarken, bana gösterilen yönü unuttum. Tam akıntının ortasında, aşağı doğru giden kayık ve gemilerin sıkışıklığında yönümü iyice kaybettim ve küreği elden düşürdüm. Her taraftan tayfalar, neşeli zafer çığlıklarıyla yelkenliler ve kürekli kayıklarla önümden geçiyor, akıntıdan aşağılara gidiyorlar bana ve aralarında "Başka bir yön olamaz" diye teminat veriyorlardı. Ben de onlara inanıyordum ve onlarla birlikte ilerliyordum. Ve epeyce uzaklara taşındım, öyle uzaklara ki, içlerinde yolumu şaşırdığım hızlı akıntıların gürültüsünü duydum ve kayıkların orada nasıl parçalandığını gördüm. Ve kendime geldim. Uzun süre, bana ne olduğunu anlayamadım. Önümde yalnızca koşar adım yaklaştığım ve korktuğum yok oluşu görüyordum; hiçbir yerde kurtuluş göremiyordum. Ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. O zaman geriye baktım ve sayısız kayıklar gördüm.: Durmadan ve inatla akıntıyı geçiyorlardı. Kıyıyı, kürekleri ve yönü hatırladım. Geriye doğru, akıntıya ters istikamette, kıyıya doğru kürek çekmeğe başladım.
Kıyı, Tanrı'ydı; yön, gelenek; kürekler bana verilen özgürlük; kıyıya ulaşmaya çabalayayım, Tanrı'yla birleşeyim diye. - Bu sıralarda Rusya'da savaş vardı ve Ruslar, Hristiyanlık aşkıyla kardeşlerini öldürüyorlardı. Bu düşünceden kurtulmak imkansızdı. Öldürmenin inancın bütün ilkelerine ters düşen kötü bir şey olduğunu görmemek mümkün değildi. Ve her şeye rağmen kiliselerde, ordularımızın başarısı için dualar ediliyordu.
İman vaaz edenler, bu cinayetlerde inançtan kaynaklanan bir şeyler görüyorlardı. Yalnızca savaştaki bu öldürmelerde değil, savaşı izleyen karışıklıklarda da yanıltılmış zavallı gençlerin işledikleri cinayetleri benimseyen kilise görevlileri, öğretmenler. Papazlar, kesişler gördüm. - oysa serserilik de bir morfinmanın, bir ayyaşın, sigara tiryakisinin durumu gibi fiziksel bir durumdur. bir morfinmanın, bir ayyaşın, sigara tiryakisinin artık normal insan olmadığı gibi, zevki için birkaç kadın tanımış biri de artık normal insan değildir.
- Terbiye ve perhizle elde edilebilecek iyilik ülküsü.İşte insanların daima amaçladıkları ve hala amaçlamakta oldukları ideal budur
- İşin içinde şeytanca bir kurnazlık da var.Hani şunu itiraf etseler!Deseler ki kadın bir zevktir.Seçilmiş bir parçadır,değilse bile öyle bakılıyor,hadi neyse!
- "Peki ya sonuç? Sonuç şuydu: akıl yoluyla elde edilen bilgi yaşamın anlamını vermiyor ve yaşamı dışlıyordu. Milyarlarca insanın yaşamına, bütün insanlığın yaşamına verilen anlam ise değersiz, yavan ve sözde bilgilere dayanmaktaydı.
Tahsillilerin ve bilgelerin temsil ettiği şekliyle, yani akıl yoluyla elde edilen bilgi, yaşamın anlamını dışlıyordu."