- Her insan, Tanrı'nın iradesiyle dünyaya gelmiştir. Ve Tanrı insanı öyle yaratmıştır ki, her insan ruhunu mahvedebilir ya da kurtarabilir. İnsanın hayattaki görevi, ruhunu kurtarmaktır. Ruhunu kurtarmak için insanın Tanrı'ya benzer yaşaması gerekir. Hayatın bütün zevklerinden kurtulması, çabalaması, alçakgönüllülük göstermesi, sabretmesi ve merhametli olması gerekir.
- "Sen yalan içinde yaşıyorsun, ben gerçekte" iddiası, bir insanın ötekine söyleyebileceği en acımasız sözdür.
- Ama sorular gittikçe daha sık ortaya çıkmaya başladı, hep daha zorlayıcı bir tarzda cevap bekliyordu. Durmadan aynı yere düşen noktalar gibi , bu cevapsız sorular da kara bir leke halinde toplanıp büyüyordu. Bir iç hastalık nedeniyle acı çeken bir insanın hali nasılsa , benim halimde öyleydi. Önce hastanın önem vermediği işaretler belirir, sonrada bu işaretler gittikçe sık tekrarlanır ve zamanla kurtulunması imkansız bir ıstırap haline gelirler. Acı büyür ve hasta düşünmeye vakit bulamaz olur. O zaman fark eder ki , Kendisinin UYUMSUZLUK saydığı şey, dünyada onun için en önemli olan şeydir, yani ÖLÜMDÜR..
sayfa 23 Tolstoy - Mutlu bir aile hayatının oluşturduğu yeni şartlar beni , hayatın alamını araştırmaktan tamamen alıkoyuyordu. Bu sıralarda bütün hayatımın merkezinde ailem , eşim, çocuklarım ve onlar için evin imkanlarını genişletmek yer alıyordu. Mükemmelleşme çabasının yerini - daha önceleri bir ara farkına varmadan bunun yerini genel bir mükemmelleşme ilerleme çabası almıştı - elden geldiği kadar kendimin ve ailemin rahat etmesi çabasına bırakmıştı.
TOLSTOY sayfa ;22 - Geçmişte olduğu gibi bu günde ortodoksluğu benimsediğini söyleyen kimselere en çok , kendini son derece önemli sayan , ruhsuz , acımasız insanlar arasında rastlanır. Halbuki akıl , doğruluk , dürüstlük , yumuşak kalplilik ve ahlaklılık , en çok kendini inançsız olarak ilan eden insanlarda görülür .
Itiraflarım sayfa 10-11 Tolstoy - 'Unutma Nikolayenka, dedi, seni bu yüzünle kimseler beğenmeyecektir, bu bakımdan akıllı ve iyi bir çocuk olmaya çalışmalısın'.
- Doğuştan sıkılgan bir çocuktum, çirkin oluşuma inancım sıkılganlığımı daha da arttırıyordu. İnancıma göre, insanın kişiliği ve eğilimleri üzerinde en belirleyici etkide bulunan şey, insanın dış görünüşüydü; hatta belki de bundan da çok, güzel ya da çirkin oluşu konusunda insanın kendi kendisi hakkında ne düşündüğüydü.
- İçinde bulunduğum duruma katlanamayacak denli onuruma düşkündüm; uzanamadığı üzüme koruk diyen tilki gibi kendi kendimi avutuyor; Volodya'nın yakışıklılığıyla elde ettiği ve benim çok kıskandığım bütün zevklerden nefret etmeye çalışıyor, aklımın ve düş dünyamın tüm gücünü gururlu bir yalnızlıktan zevk almaya zorluyordum.
- Bir yerlerde okumuştum, oniki-ondört yaşları arasındaki, yani ergenlik çağındaki çocuklar, yangın çıkarmaya, dahası adam öldürmeye özellikle eğinik oluyorlarmış. Kendi ergenliğimi, özellikle de başıma her türlü talihsizliğin geldiği o uğursuz günü ve o günkü ruh durumumu anımsayınca, insanın hiçbir amacı olmaksızın, birilerine zarar verme isteği bile taşımadan, -öylece- salt meraktan ve bilinçsizce eylemde bulunma isteğiyle en korkunç cinayetleri bile nasıl kolaycacık işleyebileceğini çok iyi anlıyorum. Gelecek kimi zaman öyle karanlık görünüyor ki, insan ilerisini aklı başında bir biçimde düşünmekten bile korkuyor, aklının etkinliğine tümüyle son veriyor ve kendini geçmişin ve geleceğin yokluğuna inandırıyor. İstencin her yargısından önce, düşüncenin ussal varlığını duyuramadığı ve yaşamı yönlendiren biricik şeyin, bir takım bedensel içgüdüler olduğu anlarda, deneyimsiz bir çocuğun, hele böylesi bir durumuna yatkınsa, kılı bile kıpırdamadan, içinde onca sevdiği ana babasının ve kardeşlerinin uyuduğu evi yakabileceğini, yüzünde merakın doğurduğu hafif bir gülümsemeyle, ateşi körükleyebileceğini çok iyi anlıyorum. Bu -dalgınlığa benzeyen- geçici düşünce yitimi sırasındadır ki, onyedi yaşındaki köylü çocuğu, peykenin üzerinde yüzükoyun yatmakta olan babasının yanında duran yeni bilenmiş baltayı elleyip dururken birden kaldırdığı gibi yaşlı babasının boynuna indiriverir ve kesik boyundan fışkırıp peykenin altına akan kanlara bön bön bakakalır; yine bu düşünce yitimi sırasında insan içgüdüsel bir merakla uçurumun iyice kıyısına yaklaşmaktan ve orada durup 'kendimi aşağı bırakıversem n'olur acaba?' diye düşünmekten tuhaf bir tat alır; yada dolu bir tabancayı alnına dayayıp, 'tetiği çekiversem şimdi...?' diye düşünmekten; yada bir toplantıda herkesin saygı gösterdiği çok önemli bir kişiye bakıp bakıp, 'şunun yanına yaklaşsam ve burnundan yakalayıp, 'hadi bakalım, yavru, gidiyor muyuz?' desem diye düşünmekten aynı anlaşılmaz, aynı tuhaf tadı alır.
- Önemli olan tek bir an vardır, o da şimdidir. En önemli an şu andır çünkü bir tek ona sözümüz geçer. İnsana en gerekli olan kişi şu anda yanında olan kişidir. Çünkü hiç kimse günün birinde bir başka işinin düşüp düşemeyeceğini bilemez. Ve de insan için en önemli uğraşı o an yanında olan kişiye iyilik yapmaktır. Zira bu, insanın yeryüzüne gönderiliş gayesidir!