Bir yerlerde okumuştum, oniki-ondört yaşları arasındaki, yani ergenlik çağındaki çocuklar, yangın çıkarmaya, dahası adam öldürmeye özellikle eğinik oluyorlarmış. Kendi ergenliğimi, özellikle de başıma her türlü talihsizliğin geldiği o uğursuz günü ve o günkü ruh durumumu anımsayınca, insanın hiçbir amacı olmaksızın, birilerine zarar verme isteği bile taşımadan, -öylece- salt meraktan ve bilinçsizce eylemde bulunma isteğiyle en korkunç cinayetleri bile nasıl kolaycacık işleyebileceğini çok iyi anlıyorum. Gelecek kimi zaman öyle karanlık görünüyor ki, insan ilerisini aklı başında bir biçimde düşünmekten bile korkuyor, aklının etkinliğine tümüyle son veriyor ve kendini geçmişin ve geleceğin yokluğuna inandırıyor. İstencin her yargısından önce, düşüncenin ussal varlığını duyuramadığı ve yaşamı yönlendiren biricik şeyin, bir takım bedensel içgüdüler olduğu anlarda, deneyimsiz bir çocuğun, hele böylesi bir durumuna yatkınsa, kılı bile kıpırdamadan, içinde onca sevdiği ana babasının ve kardeşlerinin uyuduğu evi yakabileceğini, yüzünde merakın doğurduğu hafif bir gülümsemeyle, ateşi körükleyebileceğini çok iyi anlıyorum. Bu -dalgınlığa benzeyen- geçici düşünce yitimi sırasındadır ki, onyedi yaşındaki köylü çocuğu, peykenin üzerinde yüzükoyun yatmakta olan babasının yanında duran yeni bilenmiş baltayı elleyip dururken birden kaldırdığı gibi yaşlı babasının boynuna indiriverir ve kesik boyundan fışkırıp peykenin altına akan kanlara bön bön bakakalır; yine bu düşünce yitimi sırasında insan içgüdüsel bir merakla uçurumun iyice kıyısına yaklaşmaktan ve orada durup 'kendimi aşağı bırakıversem n'olur acaba?' diye düşünmekten tuhaf bir tat alır; yada dolu bir tabancayı alnına dayayıp, 'tetiği çekiversem şimdi...?' diye düşünmekten; yada bir toplantıda herkesin saygı gösterdiği çok önemli bir kişiye bakıp bakıp, 'şunun yanına yaklaşsam ve burnundan yakalayıp, 'hadi bakalım, yavru, gidiyor muyuz?' desem diye düşünmekten aynı anlaşılmaz, aynı tuhaf tadı alır.
Diğer Lev Nikolayeviç Tolstoy Sözleri ve Alıntıları
- Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
- Bazıları hiçbir şeye inanmıyorlar ve bununla gurur duyuyorlar. Diğerleri, kendi menfaatlerine olan ve kitlelere iman görüntüsü altında inanmaya ikna ettikleri şeylere inanır görünüyorlar. Geriye kalan büyük çoğunluk ise kendilerine uygulanan hipnotizmayı iman olarak kabul ediyorlar ve inançsız yöneticiler ve ikna edicilerin kendilerinden istediği her şeye köle gibi itaat ediyorlar.
- İnsan, bir hayvanın can çekiştiğini görünce ürperti duyar. Kendisi -kendi öz varlığı- gözlerinin önünde ölüyormuş, var olmaktan çıkıyormuş gibi gelir.
Ya bu can çekişen, hayvan değil de insansa hemde sevdiği , üzerine titrediği biriyse, o zaman yaşamının sona ermesinden dolayı duyulan ürpertiye üstelik, onun üstünde, ruhu yaralanır, parçalanır. Bu yara vücuttaki bir yara gibi kimi zaman öldürür, kimi zaman iyi olur, ama yinede acır, dokununca acıtacak şeylerden kaçınır. - "Çok öğrenmek isteyen kişinin, çok acı çekmesi gerekir."
- Çünkü, eğer hayat saçmaysa ve ben de akıllı şeyleri çok seviyorsam, o zaman hayatı yok etmeliyiz.
- "Adın nedir senin?" diye soruyorlar. Bir adım olduğunu sanıyorlar. Oysa yoktur adım. Hepsini attım; ne adım vardır, ne yurdum. Ben varım yalnız. "Adın nedir?" İnsan. "Kaç yaşındasın?" Saymadım. İstesem de sayamazdım zaten. Her zaman vardım, her zaman da var olacağım çünkü.
- Ölümü herkeste, yakında kokacak bu cesedi ortadan kaldırmak zorunluluğunun verdiği telaşın can sıkıntısından başka bir duygu uyandırmamıştı.
- "Ne istediğimi kendim de bilmiyordum; hayattan korkuyordum, hayattan kaçıp uzaklaşmak istiyordum, ama yine de hayattan bir şeyler bekliyordum."
- Üstesinden gelebilirsen arzumun bu dünyada, bu, Tanrı katında bir başarı olur anca. Lakin beceremezsem bunu, yinede zevkle yerine getiririm bu arzumu.
- İnsan anne ve babasız yaşayabilir , fakat Allah olmadan yaşayamaz . / SYF:32