- Sistemi başarısızlığa uğratabilen tek şey terörizmdir. Çekilen bir söylevin, ironik bir gülümsemeyle sıfırlanması, kölenin yadsınmayı yadsıyan o bir anlık tavrıyla efendisinin gücünü sıfırlayıp keyfini kaçırması gibi, terörizm de her şeyi tersine çevirdiği sırada, alttakinin bıraktığı izleri silerek onu sıfırlamaktadır? Düş gücünü harekete geçirebilen tek şey terörizmdir.?
- Hiçbir şey bize, tek hamlede ortaya çıkan ya da yok olan şeylerden; zincirleme doluluğu izleyen zincirleme boşluktan daha büyük bir haz vermiyor.
- Ancak Cioran şöyle der: " Yaşamın belli bir anlamı varsa, demek ki biz hepimiz dikiş tutturamamış insanlarız."
- Örneğin bu güç ikona ya da simülakrlar şeklinde çoğaltıldığında neler olup bitmektedir? Örneğin imgeler üstüne oturan görsel bir teolojiye dönüştürüldüğünde hâlâ ilâhi bir gücün özelliklerine sahip olabilmekte midir? Belki de kendi ihtişam ve çekicilikleri bu ilahî gücün ortadan kaybolup gitmesine neden olmaktadır? İkonalar aracılığıyla tezgâhlanan bu oyun sayesinde görüntüler algılanabilen ve anlaşılabilen bir Tanrı Fikrinin yerini alabilmektedir. Bin yıldır süregelen ve ikonoklastları hep korkutmuş olan bu mücadele henüz sona ermemiştir. İkonoklastların, simülakrların sahip olduğu bu mutlak-güçten korkmalarına neden olan şey, ikonaların Tanrı düşüncesini insanların zihninden silip atabileceklerini sezmenin yanısıra, sonuç itibariyle bu korkunç hakikatin Tanrının asla var olmadığı, yalnızca üretilen simülakrları aracılığıyla var olabildiği hattâ kendi simülakrlarından başka bir şey olmadığı düşüncesine göndereceğinin farkına varmalarıdır. Zaten ikonoklastlar da bu yüzden imgelerden nefret ediyor ve onları yok etmeye çalışıyorlardı. Simülakrların, Platoncu bir Tanrı düşüncesini gizlemek ya da maskelemekten başka bir şey yapmayacağına inansalardı onları yok etmeye kalkışmazlardı. İnsan değişken bir hakikat düşüncesine her zaman boyun eğmiştir. Bu o kadar önemli bir şey değildir. Oysa bu metafizik umutsuzluğun kökeninde yatan şey imgelerin her şeyi açıkça dışavurmalarının yanısıra sonuç olarak bir modelden yola çıkılarak üretilen sıradan görüntüler değil, özgün ve büyüleyici bir güce sahip imgeler olmalarıdır. Bu tanrısal gönderenler sisteminin ne pahasına olursa olsun yok olmaktan kurtarılması gerekiyordu. Oysa bu görüntülerde Tanrının dolaylı yansımalarını yakalayarak, onları kutsayan ikonolatrların tersine ikonaları aşağılayan ve yadsıyan ikonoklastların bu imgelere hak ettikleri değeri verdikleri görülmektedir. Buna karşın ikonolatrlar çok modern ve maceraperest insanlardır. Çünkü imgelerle oynanan bu Tanrı yaratma oyunu sırasında Onun zaten ölü bir varlık olduğunu ve resimler aracılığıyla gerçekleştirilen bu yeniden canlandırmanın gerçekte hiçbir şeyi temsil etmediğini; bunun yalnızca bir oyun olduğunu ve bu büyük oyunun da bu yüzden önemli olduğunu (aynı zamanda imgelerin maskesini düşürmenin tehlikeli bir şey olduğunu, çünkü imge ya da maskenin gerisinde hiçbir şeyin bulunmadığını) anlamışlardır.
- Bugüne kadar hiçbir yorumlamanın (ne egemen sınıfların politik güdümlemesi üzerine oturtulmuş Marksist yorum, ne Reich?in cinselliği baskı altına alan kitleler yorumu ne de Deleuzecü despotik paranoya yorumu) tam olarak açıklamaya başaramadığı faşizmin ortaya çıkışı biçimi ve sahip olduğu kolektif değerlerin çekiciliklerini yitirmeye, yaşamın çağdaş bir akılcı ve tek boyutlu bir görünüme kavuşturulduğu, toplumsal ve bireysel yaşamın bütünüyle işlemselleştirildiği bir sırada faşizm, mitik ve politik gönderen sistemlerinin ?irrasyonel?? boyutlara ulaştırılması, çılgınlık derecesinde abartılan kolektif değer (kan, ırk, halk vb.) ölüm ya da ??politik bir ölüm estetiğinin?? yeniden enjekte edilmesi anlamına gelmektedir. Bir kez daha bu değer felaketiyle bu nötralize edilmiş ve pasifleştirilmiş yaşam biçiminden kurtulabilmek için her yol mübahtır. Faşizm bütün bunlara karşı bir direnme, çok derinlere kök salmış, irrasyonel, şeytanî bir direnme biçimidir. Eğer böyle olmasaydı yani faşizmden daha da kötü sayılabilecek bir şeylere karşı bir direniş anlamına gelmeseydi, böylesine kitlesel bir enerjiyi peşinden sürükleyemezdi. Faşizme özgü şiddet ve terörün kökeninde Batı?da giderek kök salan gerçekle rasyonelin birbirine karıştırılmasından kaynaklanan bir başka terör vardır ve faşizm bu teröre verilen bir karşılıktır.
- Böylelikle hem iletişim hem de toplumsa düzen kapalı devre çalışan birer aldatmacaya benzemektedir. Üstelik bu aldatmaca bir mit kadar güçlüdür. Sistemin var olduğunu kanıtlayabilmesi için göstergelerin (haberin) sürekli olarak yinelenmesi gerekmektedir. Bir gerçeklikten yoksun olan sistem imgeler ve göstergelerden ibaret varlığını yineleterek bir gerçeklik katsayısına sahip olabilmektedir. Habere inanılmasının ve iman edilmesinin nedeni de zaten budur. Oysa bu inanç biçiminin arkaik toplumlarda inanılan mitler kadar karmaşık bir biçime sahip olduğu söylenebilir. Çünkü insanlar mitlere hem inanırlar hem inanmazlar. Bu konuda kendi kendilerini sorgulamazlar. ''Yalan söylediklerini biliyorum, ama herhalde o kadar da değildir'' diye düşünürler. Sistemin bizi içine kapattığı bu anlam ve iletişim simülasyonuna kitlenin tamamı, yani her birimiz bir tür ters bir simülasyonla karşılık veriyoruz. Bu caydırma sistemine karşı mesafeli duruyor ya da giderek karmaşıklaşan bir inanç biçimiyle karşılık veriyoruz. Mit diye bir şeyin var olması, insanların mite inandıklarını göstermez. Eleştirel düşüncenin bizi böyle bir tuzağa düşürmeye çalışmasının nedeni, kitlelerin aptallığı ve naifliği gibi bir önyargı sayesinde ayakta duruyor olmasındandır.
- Özgürleştirme uygulamaları sistemin yalnızca bir yüzünü, yani bizi hiç durmadan yalnızca bir nesne olmaya iten yüzünü gösterirken; bizden bir özne olmamızı, özgürleşmemizi, ne pahasına olursa olsun konuşmamamızı, oy vermemizi, katılmamızı ve oyunu oynamamızı isteyen diğer yüzünü gizlemektedir. Bu şantaj ve güdümlemenin de en az birincisi kadar ciddi olduğu, hattâ günümüzde çok daha ciddi boyutlara ulaştığı söylenebilir. Kendini baskı ve cezalandırmayla kanıtlamaya çalışan bir sistemde öznenin özgürlük talebi stratejik bir direniş olarak nitelendirilebilir. Oysa böyle bir olay sistemin ancak bir önceki evresini yansıtabilir. Bugün böyle bir durumla karşılaşsak bile stratejik açıdan aynı çözümlere başvurmak gereksizdir. Çünkü günümüzde sistem kendini herkese olabildiğince söz hakkı tanıyarak, olabildiğince çok anlam üretilmesini sağlayarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Öyleyse direniş stratejisinin adı anlam üretimi ve konuşmayı reddetmek ( ya da bir tür yadsıma ve reddetme biçimi olarak değerlendirilebilecek sistem mekanizmalarına hiperuyumlanma simülasyonu) olabilir. Kitle de zaten böyle yapmakta, sistemin mantığını olduğu gibi benimseyerek bu mantığı kendisine karşı direnmek amacıyla kullanıp bir tür yansıtıcı görevi yapmakta, sistemin gönderdiği anlamı hiçbir şekilde etkilenmeden kendisine geri göndermektedir. Bugün bu stratejinin belirleyici olmasının nedeni (doğal olarak hâlâ bir stratejiden söz edebilmek mümkünse) sistemin bu aşamaya gelmesidir. Güdülecek stratejide yanılmak çok ciddi bir şeydir. Yalnızca özgürlük ve özgürleştirici eylemlerle bir tarih öznesinin, gruplaşma ve konuşma hakkının bilinçli bir şekilde yeniden canlandırılmasını, hattâ öznelerle kitlelerin ''bilinçaltlarının bilincine varılmasını'' isteyen tüm güdümleme hareketleri sistemin gösterdiği yönde ilerlediklerinin farkında bile değildirler. Çünkü günümüzde sistem kesinlikle yeniden en az eskisi kadar abartılı boyutlarda bir anlam ve söz üretimi istemektedir.
- Kitleler "toplumsalın aynası mıdırlar?" Hayır, kitleler toplumsala ait olmadıkları gibi, toplumsalı yansıtabilmekten acizdirler -kitlelerin üstüne çarparak kırılan şey ise toplumsal adlı bu aynadır.