- Dedemden öğrendiğim, ?insan olmak? kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. İnsan, kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa ?insanım? diyebiliyor.
- "Biz siyasete almaya değil, vermeye geldik." İyi o zaman... Verdim gitti!
- Izgaradan çıkan dumana doğru uzatıyorum başımı, içime çekiyorum yavaşça. Neco, ekmeğin içini çıkarıyor önce, boşalan yerlere köfte doldurmaya başlıyor. Sonra, domates ve soğanlar salkım saçak. Tepeleme... Üzerine bolca tuz ve karabiber, öyle işte, kafasına göre. Şimdi de biraz önce çıkardığı ekmeğin içini onların tepesine bastırıyor. Hala cızırdayan köfteleri, ekmeğin kenarından sarkan domates ve soğanlarıyla bir gazete kağıdına sarıp, uzatıyor. Yarım ekmek köfte nasıl bu kadar sefil ve nasıl bu kadar lezzetli olabilir."
- "Niye üzülüyorsun? Fotoğraflar görüntülerin kimyasal bir biçimde ıslatılmasıyla karta geçirilir ve kuruduktan sonra kenarları makasla düzeltilerek küçük beyaz zarflara konur ve bu yüzden üzerinden günler geçtikten sonra sararırlar...Onları senin nasıl taşıdığın çok önemli değil... Onlar sararırlar... Bir de, mektuplar yazıldıktan sonra mutlaka unutulurlar. Çünkü niyeyaşadığımızı anlamadığımız bir dünyada yaşıyoruz ve galiba sonsuzluğun sınırı diye b,r şey yok. Bu yüzden bütün mektuplar, eninde sonunda eski bir ayakkabı kutusunun içine sığarlar...-Bu cümleyi tekrar söylüyor, biraz daha hüzünlü. -Eski ayakkabı kutusunun içine... O kadar. Ben biliyorum, sen hala gece yarıları kan ter içinde uyandığında sebebini bitmemiş telefonlarda, yarım kalmış konuşmalarda ve hala açıklayamadığın iç sızılarında arıyorsun... Hiç öyle değil... Her şey çok basit, o akşam her zamanki gibi bir İstanbul Temmuzu'dur ve hava çok sıcaktır, sen yine ağlayarak uyuyakalmışsındır kanepenin üzerinde. Bir de, bütün bunların böyle olmasını isteyen sensin oğlum. Kimseyi suçlama sakın!" diyor babam."
- Eskiden ölülerini gömmeyip, bir kulenin tepesine, açığa bırakan kavimler yaşardı bu topraklarda. Topluluğun rahipleri kuzeye gizlenip, yırtıcı kuşların ölüleri nereden yemeğe başladığını izlerdi. Akbabaların ölüleri yediği kulenin adı :Sessizlik Kulesi. Türkiye'yi koca bir Sessizlik Kulesi yaptık en sonunda.. Ölülerimizi zalimler yesin diye inşa ettiğimiz bir kule artık ülkemiz. Saklanıp bir şeyler arkasına, dilsiz rahipler gibi bakıyoruz ölülerimize
- Küçük kardeş bu yıl Siyasal'a gidecek, paltoya para yok ki, o da parka giyecek.
- Odama dönüyorum sessizce. Oğlum 'ben büyüdüm' diyor, demek ki ölebilirim artık.
- Yorulmadınız mı ağzınızda cesetlerle yıllar yılı tepemizde akbaba gibi dolaşmaktan? Bir karga gibi yapın hiç olmazsa. İnin yere ve bırakın ölülerimizi. Kalplerimiz onlara mezar yeridir
- Ne biçim insanlar bu anneler? Çok tuhaflar. Hiç kimseye benzemiyorlar. Ama, birbirlerini tanıdıklarına eminim. Kendi aralarında konuşup anlaştıkları, bizim bilmediğimiz ortak bir dilleri var muhakkak.
- Geçen gün ömürdendir.