- ...yaşanmışlık, kurgunun üzerinde baskı uyguluyor ve gerçeğe sadık kalmayı direterek yaratma özgürlüğüne sınırlar çiziyordu. (s.50)
- Munro yazmayı hala çok seviyordu. Kanada'da yayımlanan National Post gazetesinin muhabirinin sorusu üzerine, "Yazmayı sevmediğimden değil," diyor, "ama hayatınızı başka türlü düşündüğünüz bir aşamaya giriyorsunuz. Eğer benim yaşımdaysanız, bir yazar kadar yalnız olmak istemezsiniz." Düşündürücü olduğu kadar yakıcı bir yanıt bu. (s.87)
- Kitaplığımız hafızamızın arşividir. Okuyup raflarına yerleştirdiğimiz kitapların her biri, düşünce coğrafyamızın, düşsel yolculukların belgeleridir.(s.93)
- Yazar, ortaya çıkardığı yapıtıyla şu üç evreyi yaşar: İlki, döllenme ve hamilelik dönemidir. Döllenme en baş döndürücü olanı, en haz verenidir. Bilinmeyen bir coğrafyayı keşfetmek için çıkılacak yolculuğun hazırlıklarıdır. Büyük coşkuyla valiz toplanır. Dostoyevski, bir romanı tasarlayıp kafasında oluştururken aldığı hazzı, yazarken almadığını söyler.(s.93)
- Aynı zamanda baş döndürücü bir sarhoşluk durumudur bu. Bütün duyargalarıyla dışa açık yaratıcı dünyanıza bir sözcük, bir tümce ya da görüntüyle, sesle, kokuyla, çağrışımla kuyruklu bir sperm giriverir. İşte o anda bir öyküye, romana ya da şiire gebe kalırsınız. Sözcüklerle başlayan bir sevişmedir bu. Döllenmenin ardından süresi belli olmayan, her yapıtta değişen bir hamilelik dönemi başlar. (s.94)
- Sonra doğum gelir. Bir dönem içinde taşıdığı, onunla yatıp onunla kalktığı, yer yer tıkandığı, acı çektiği yapıt, yazarından çıkmıştır artık. Bu nedenle de cinsiyeti ne olursa olsun her yazar dişildir. (s.94)
- Eskiden bir kitabı beğensem de beğenmesem de sonuna kadar okurdum. Zaman içinde beğenmediğim bir romanı, öyküyü, şiiri bırakmak gibi hakkım olduğunun farkına vardım. Kitapların dünyasına kaç ömür yeterdi ki . Erdal Öz anlatmıştı: Amerika'da, başvurduğu yayınevlerinden sürekli geri çevrilen yazar, okunmadan reddedildiğini düşünüyor. Bunu kanıtlamak için de dosyanın ortalarında bir yerde iki sayfanın arasına minik bir yapıştırıcı sürer. O çalışması da geri çevrilince dosyayı alır almaz yapıştırdığı yere bakar. Evet, ayrılmamıştır sayfalar. "Yazdıklarımı okumamışsınız bile," der. Yayın yönetmeni, bunu da nereden çıkardığını sorar. Yazar yapıştırıcının kerametini, kıvrak zekasının sonucunu dosyada gösterir. Yayın yönetmeninin cevabı kısa ve nettir: "Bir hıyarı ısırdınız ve acı çıktı; sonu kadar yer misiniz?" (s.97)
- İyi bir öykü okuduğunuzda bir başka öyküye hemen geçemezsiniz. Kitabı kapatır, yazarın sizde yarattığı sarsıntıyı doya doya yaşamak istersiniz.(s.138)
- ?Avcı mısın?? ?Bir zamanlar öyleydi,? dedi. Konuşmuş olmak için,?Ne avlardın?? diye sordum. ?Daha çok kuşa giderdik; keklik, bıldırcın falan. Arada tavşan da olurdu ama çok seyrek.? Yüzünden belli belirsiz bir gölge geçmişti. Biramı yudumlarken farkına vardım. Bir şey sormamı bekler gibiydi. Sormadım. Dışarı çıktı. Biraz sonra bir kucak odunla döndü. Onları özenle sobanın arkasına istifledi. ?Kesin kara çevirecek,? dedi. ?Kar kokusu yok,? deyip gülümsedim. ?Hiç belli olmaz abi.? ?Burada mı yaşıyorsun?? Başını salladı. ?Kimsen yok mu, yalnız mısın?? ?He,? dedi bir marifetmiş gibi gülerek. Uzun ve sararmış dişleri çıktı ortaya. Gülmek ona hiç yakışmıyordu. ?Benim bir köpeğim vardı. Adı Tombik?ti. Bu civar?da onun gibi bir av köpeği yoktu. İnsan gibiydi zaten. Ne söylesem anlardı.? ?Ne oldu köpeğine?? ?Öldü.?
- Birası bitmişti. Kalktı. Döndüğünde iki şişe vardı elinde. Yürürken yalpalıyordu. Oturunca paketini alıp uzattı. Başımı yine iki yana salladım. Hikâye gittikçe ilgimi çekmeye başlamıştı. Biramdan bir yudum aldım. ?Sonra?? dedim. ?Sonra,? dedi. Başını önüne eğdi. Bir süre öyle kaldı. ?Pardon abi, adın neydi?? ?Sinan.? Başını kaldırdığında öyle baktı ki canım istemediği halde elim masanın üzerindeki pakete gitti. Hemen davranıp ikram etti. Bir sigara yaktım. Ben onun adını sormadım, o da söylemedi.