- İslâmî esasların yürürlükte olmadığı bir devlette yaşıyoruz. Çocuklarımıza mekteplerinde şiddetle reddettiğimiz düşünceler ve zevkler aşılanıyor. Muhalif ya da düşman bildiğimiz biri tarafından söylendiği takdirde, cinleri tepemize çıkaracak nitelikteki şeyleri, evlerimize yerleştirdiğimiz televizyon, kendi hanemizde bize ve çocuklarımıza defalarca söylüyor ve bizi bu düşman düşünce ve fiillere karşı yumuşatıyor, dirençsiz hale getiriyor.
- Bu akşam evinize dönünce etrafınıza Müslüman gözüyle bir bakın, acaba İslâm?a aykırı neler var? Eşyalarınıza, eşinizin, çoluk çocuğunuzun kılığına kıyafetine, eline yüzüne, ağızlarından çıkana, oturup kalkmalarına bir nazar edin. Bakın düzeltilecek ne çok şey var. Ama ilkin öğrenmek gerek düzeltmek için.
- Kendinizi ve evinizi tepede tırnağa İslâm?a göre yeniden tertip etmediğiniz sürece, İslâm tek millettir, diye düşünmenin anlamı kalmaz.
- Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu, münakaşa ve cedel, su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl, ya da engelle.
- Sütçü İmam Olayı olarak tarihe geçen ilk kurşun o olayda şöyle sıkılır: Ermeniler, hamamdan çıkıp evlerine doğru gitmek isteyen kadınları durdurup, tarihi kayıtlara göre; ?Burası artık Türklerin değil, Fransız memleketinde peçeli gezilmez? diyerek ?peçelerini kaldırıp zorla ilişmek isterler.? Olaylara yakındaki bir kahveden Müslümanlar müdahale ederler. Fransız üniforması giymiş olan Ermenilere nasihatler edilip yollarına gitmeleri söylenir ama onlar ısrar ederler, kadınları bırakmazlar, müdahale edenlere dipçiklerle vururlar, çatışma çıkınca da Çakmakçı Sait ve Gaffar Osman dipçik ve kurşunla yaralanır. Bunları izlemekte olan Sütçü İmam ismiyle bilinen cami müezzini evinden getirdiği Karadağ marka, patladığında büyük gürültü çıkaran tabancasıyla kadınlara musallat olan Ermeni?yi vurur. Ermeniler, vurulan Ermeni?yi hastahaneye götürürken yine aşırı taşkınlıklara girişir, daha o gün sağa sola ateş ederek masum insanları yaralar ve bunlardan Zülfikar Çavuşoğlu Hüseyin?i şehid ederler. Ertesi gün mütecaviz Ermeni ölür. Bu olayı hemen kullanmak kararı veren Fransız ve Ermeniler,cesedi günlerce bir manga askerle kilisede bekleterek, kilise çanlarını üç gün boyunca çalarak genel bir tedhiş hareketine başlarlar. Niyetleri Müslümanları sindirmektir. Memleketin bayrağından, ismine kadar her şeyini değiştirmede ve onu mevcut veya kurulacak başka bir devletin, elbette bir Hıristiyan devletin boyunduruğuna sokma konusunda fevkalade şuur sahibi mütecaviz Ermeni, bir kahraman gibi gömülür. Bu olay bahane edilerek halkın elindeki silahlar toplanmaya başlayacak; (bu arada kurtarıcı diye karşılanan İngilizler uğurlayıcı bir tek Ermeni olmadan Maraş?tan ayrılırlar), gizlenen Sütçü İmam?ın dayısının oğlu Tüyeklioğlu Kadir, burnu ve kulakları kesilip, işkence edilerek öldürülecek; Nasıroğlu Mehmet?in palayla kafası uçurulacak; aynı gece bir muhacir şehid edilecek; ezan okurken Ermeniler bir araya gelip ?Eşşek anırıyor? diye bağırıp nümayişler yapacaklar; rastladıkları Müslümanların dinlerine sövecekler, kışlaya götürüp işkence edecekler; Müslümanları öldürüp kadınlarını alacaklarını bağıra bağıra, sarhoş halde sokaklarda dolaşacaklar; kışladaki silahları Türk elbisesi giyerek soyacaklar; vaziyeti farkedenleri yaralayacak, Mustafa oğlu Ökkeş?i öldürecekler; Müslümanlıktan dönmediği için işkenceyle öldürdükleri Karakücüklerin gelininden sonra, üzüntüsünden ölen Hacı Mehmet?in cenaze merasimi yapılırken, ?defnedilmesine?, ?Bize borcu vardı, ödenmeden gömdürmeyiz? diyerek, akıl almaz bir tecavüz örneği daha sergileyecekler; şehre bol miktarda silah ve cephane yığarak katliamlar planlayacaklardır... Ama, bunların tümü Sütçü İmam?ın Müslüman ruhundan şekillenip fırlayan o ilk kurşunun sağladığı, aynı anlamdaki direniş, örgütlenme ve silahlı mücadele ile yok edilecek; Fransızlar ağır kayıplar vererek 12 Şubat 1922?de şehirden kaçmak zorunda kalacaklardır. Kendilerini kurtarıcı olarak karşılayan Ermenilere haber bile vermeden... Ve ana birliklerine sağ salim kavuşmak için yanlarında birçok Müslüman rehin alarak...
- İnsan dostlarıyla konuşmaya daldığı bir zamanda kendini yoklamalı ve sormalı: +Neden bahsediyoruz, bunların dünyaya veya âhirete bir yararı var mı? O zaman firene basmalı. Hafifçe toslamak ve neşeli havayı dağıtmak pahasına. Ve sözü bilerek, isteyerek yararlı bir mecraya akıtmalı. Bir ayet, bir hadis, bir İbâdet hatırlanmalı ve başkalarına da hatırlatmalı. Ta ki zaman öldürmek yerine zamanı diriltmek, onu en olumlu biçimde kullanmak bir alışkanlık haline gelsin.
- Kurban Bayramı?nda ?borcumuz var, bize düşmez? diye kurban kesmiyoruz. Acaba ne borcumuz vardı? Ekmek parası bulamıyorduk da ona mı borçlandık? Yoksa koltuk takımına, buzdolabına, mukaddesat düşmanı programları izleten televizyona, çamaşır makinesine yatıracağımız taksitlerimiz mi var? On yıllardır sırtımızda İslâm dışı bir düzenin kamburunu taşıyoruz. Düşmanlarımız ise bizim bu mutsuzluğumuzun üzerinde hora tepiyor. Artık kendimize gelelim. İşe evimizden başlayarak kendimize gelelim.
- Eğer bir baba iseniz bu akşam özel olarak evinize çocuklarınızla ilgilenmek üzere gitmenizi rica ediyorum. Onların yüzlerine dikkatle bakın: Neler biliyorlar, sorular sorarak bir deneyin. Sizden neler bekliyorlar, öğrenmeye çalışın. Onlarla biraz konuşursanız, isteklerinin sakız, çikolata gibi şeylerden ibaret olmadığını, sizden kişiliklerinin tekâmülü için sevgi, dikkat ve istikrarlı bir otorite istediklerini göreceksiniz.
- Modern toplumlarda insan, hasta olmaya, doktor kontrolüne, ilaç kullanmaya istekli kılınmaktadır. Gazetelerin magazin sayfalarında tıp, şarlatanlıklarla ortaya serilip durmakta, bu sayfaların tiryakisi haline gelen insanlar her gün kendilerinde yeni yeni hastalıklar keşfetmektedirler. Ve böylece hastalık olmadığı halde sürü halinde hasta insanlar imal edilmektedir. Bunun çok tabii sonuçlarından biri olarak insanlar akın akın sihirli küçük maddeciklere saldırmaktadırlar.
- Zenginlik nedir, buzdolabına sahip olmak mı, yoksa bazı şeyleri bozmadan korumak, canının istediği kadar yiyip doymak, hür olmak, kendine yetmek mi? Bugün Kabil gibi bir başkentte oturanların bile çoğu, merkez mahallerde oturanların dışındakiler, evlerinin bir köşesindeki ahırlarında ve kümeslerinde inek ve tavuk, horoz besler. Kırsal kesime gittikçe bu durum daha da yaygınlık kazanır. Afganistan?da basit normal bir ailenin paraya adeta ihtiyacı yoktur. Herkesin muhakkak bir bahçe kümesi, ağılı vardır. Eh, et, süt, yumurta, yağ, sebze, buğday, un ve benzeri maddelere sahip bir insanın başka neye ihtiyacı olur? Biz de sizdeki gibi ?tatlı yiyecekler?, baklava, kadayıf gibi alışkanlıklar yoktur. Pek az tatlı yapılır. Onlar da daha ziyade çok az şekerli bir tür un helvasıdır. Bunun dışında yani şeker ve gazyağı gibi birkaç maddenin dışında çarşıdan, şehirden alınacak bir şey yoktur. Kendimiz üretir kendimiz yeriz. O sebeple bolluk içinde, kendi kendine yeten mutlu bir toplumduk. Bizim sorunumuz daima istilacılar, dışarıdan gelen zalimler olmuştur.