- Ve biliyorum ki ne kadar korksak yine de az korkarız. Biliyorum ki bizi korku duyacağımız düşünce ve varlıklardan saklıyor yaratan. Korkumuz onların sezinlediğimiz etkilerinden ileri geliyor. Onları, o sesleri duysaydık, gerçeklerini düşünebilseydik, onlarla yüz yüze bırakılsaydık hemen ölürdük.
- Umutsuzluğun kapımıza gelmesi için az mı bekledik.
Umutsuzluk mu, yoksa ince derin bir şikayet mi?
Yoksa
Faaliyet içinde geçen gece ve gündüzlerimizin bizi bıraktığı anlarda kalbimizi eline geçiren ve henüz mahiyetini anlamadığımız melal mi? Bir iki adım daha atmamak için nasıl da direniyoruz. Dayandığımız şeylerin hangisi buna değerdi? Küçücük oluşlarda, hemen yakınımızdaki selametlere koşacağımıza amansız gururumuza boyun eğip hazımsızlıklar içinde birdolu ufak sıkıntının altında ufalandık durduk. -ve umutsuzluğun kapımızdan ayrılmaması için az mı çabaladık.
İnsan, gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? - Tülperdeyle camın arasında durup sokağa bakıyor yaşlı adam. Beyaz sakalı kesilmiş, başında siyah bir namaz takkesiyle. Karşıdan bakanların görmeleri için dışa doğru cama yapıştırılmış yarıbelden yukarı bir resim gibi. Arkasında ve geçmişinde hiç bir kimse yok gibi. Cama yapıştırılmış bir ihtiyarlık gibi. İnsanların yaşadığı bir programın dışarıya bakma saatında dışarıya bakması için camın önüne bırakılmış gibi. Ve ölümün bir sigara kağıdı gibi yakıp öbür dünyaya bile bir şeyini bırakmayacağı duygusunu yayan bu ihtiyara kendi camımın ortasına yapışmış dışa doğru bakarken onun da bana karşı aynı fakat belki sadece elli yıl önceki kelimelerle aynı duygu içinde donup kaldığını anladım. O cesaret etti yine de. Bu asırlık duygu kalıntısıyla kirecleşip kalıyordum. Yarı dönerek tülperdeyi içe doğru geçti, odanın içinde gölgelenip kayboldu. O zaman bütün pencereleri boşaldı otuz katlı bu gökdelenin.
- ... İnsan daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? On yedi yaşlarındaki delikanlıların bile iki kat yaşlıların ki kadar yürekleri dolu. Minicik yavruların 'anneciğim trafik çekilmez oldu' dediğini duyduk. O hiç bir zorluk yıpratmaz gibi görünen taze gövdelerinin içinde, ruhanalarının dev bir saat rakkası gibi ızdırapla salladığını görüyor analar..
- Sis boruları ötmeye başladı yavrular
şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından
Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
Üstüne alevleri alarak
Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan
Beni karnınla
Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
Üzülmüş
Belki dünyayla horlanmışım
Halk aşksızsa sokaklar
banka dükkanlarıyla doludur. - İnsan gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz. Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? On yedi yaşlarındaki delikanlıların bile iki kat yaşlıların ki kadar yürekleri dolu.
- Necip Fazıl'ı on beş, yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.
- Tek başına bir okuldu Necip Fazıl.
Beş on kişiyi değil, nesilleri okutmuştu. İki-üç nesil sürdü onun öğretmenliği. Bugünkü anlamda İslâmî duyarlığın temelini, tohumunu o attı.
Kuruyan çeşmeler onunla yeniden gür sularını akıtmaya başladı.
Fakat ona göre su hep bulanık aktı. Bir türlü durulmadı.
Suların apaydınlık, berrak akacağı günlerin hasretiyle yandı durdu.
O kavi, bilinçli nesillerin, ışıklı çehrelerin tariflerini veren eserleri, onların yokluğu ile öksüzler gibi durup bekledi.
Ona hayrandık. - Onlara ilk hamlede, bildikleri kelimeleri, şimdiye kadar aşinası olmadıkları şekilde kullanmayı öğret .
Sen aşk deyince, bilsinler ki artık, o şimdiye kadar bildikleri değildir. - En umutsuz anlarda bile şairin sesinde umuttan ölümsüzlükten gelen bir ses yankır.