- Mazeretleri azaltmayan bilgi, ilim değilidir.
- Beyanın en ince ve zarif hali olduğu için söz söyleme sanatının zirvesine "Şiir" denilmekteydi. Aynı şekilde aklın, seziş ve duyuşun, idrakin, bilip tanımanın veya fark edebilmenin en keskin ve seçici hali de "Şuur" oluyordu.
- "Toprak kardeşimdir!" deyiverdi..."O, tevazu sahibidir. Çoğu kişi üzerinde yürür, onu ayaklar. Yine de sesini çıkarmaz toprak. Yoldur ne de olsa! Onda yolcunun da hatırı vardır, menzilin de...Biricik derdi, üzerinde yürüyenlerin varacakları yere ulaşmasıdır. Bilirim ki, toprak, Âlemlerin Rabbinden bir ayettir ve bereketlidir. Sen ona çöp de atsan, üzerini pisletsen de, o sana en temiz ürünleri verir. Besler, büyütür. Canlıdır. Hayat doludur."
- Nefis ister, akıl gerekçeler bulur, vicdan aklar.
Oysa sen kendini kandırsan bile unutma ki;
Allah hesap sorar. Ellerinle kendini ateşe atma!..
Kerbela, Hüseyin ve yoldaşlarının katligâhı...
Orada kan ve gözyaşı var. Oradaki susuzlukla senin de ciğerlerin kavrulur.
Ve başlarsın âh-u figan etmeye.
İçin yandıkça görürsün: Kerbelâ hak aramanın ve özgürlüğün destanıdır. Teslimiyetin, adanmışlığın ve sadakatin zirvesidir. Her biri ayrı bir şiar olan yetmiş iki şehidin yurdudur Kerbelâ...
Onlara kapılanırsan nakşolur kalbine: Aslında her yer Kerbela'dır, her gün Âşûra...
Ve dile gelir Kerbelâ: "Benim için ağlama. Kendine bak!" der...
"Adına lanetler okuduğun Yezid bizatihi nefsindir. Hesapsızca ister, bu uğurda canlar yakar. Hüseyin'i terk edenleri kınamadan evvel bir kez daha düşün! Sende bir akıl var. Sadece kendi çıkarlarını hesap eder ve heveslerini haklı göstermek için türlü bahaneler uydurur!"
Kerbelâ ikazla yetinmez. Kurtuluşun yolunu da gösterir:
"Hüseyin'i Allah katından sana üflenen ruh belle!.. Arına paklana yücelir-sen sen de Rabbinden bir delil oldun demektir. Aşka Şahit isen bu Şehadet kutlu olsun. Sen Aşk ile her dem diri kalanlardansın.
Ve 'Aşkın Şehidi'sin!. - "Hicret, Allah'a itaat etmenin mümkün olmadığı yeri terk edip mümkün olan diyara gitmenin adıdır."
- Öylesi bir demde bir yandan Cebrail tüm âlemlerin Resûlullah hürmetine yaratıldığını söylerken, Azrail onun oğullarını birer birer çekip almıştı yeryüzünden.
Mal ve evlatla kibirlenen müşrikler, "Bu ne menem seçilmişlik! Kendi oğulların birer birer ölüp gitti. İlahına yalvar da onları elinden almasın," diyorlardı. Öyle ya! Evladını bile kurtaramamış biri nasıl kurtaracaktı Mekkelileri? Onlar kendilerine ölümsüzlük vaad edilmesini isteyen ve Hesap Günü'nden dehşetle kaçan insanlardı. Onlara göre oğul, neslin yürümesi ve ismin yaşatılması demekti. Herkeste olan bu nimetten bile yoksun birine mi iman edeceklerdi? İçlerinden birkaçı, "Senin soyun güdük kaldı. Sen ebtersin! İzin yeryüzünden silineceği için bize hınç dolusun!" demeye bile başlamışlardı. - Bu aşk bir bahr-i ummandır, buna hadd ü kenar olmaz
Delilim sırr-ı Kurandır, bunu bilende ar olmaz
Süre geldik ezeliden, Pirim Muhammed Ali'den
Şarabı la yezeliden, içenlere kanar olmaz - "Vallahi; ne akı bilirim, ne karayı...
O'nun doğru yolu gösteren nüru belirmeden ne sağa gidebilirim, ne sola...
Ne olur beni bir başıma bırakma!.."
Ağlıyor, yanıyor; Hakk'ın Velayeti hürmetine, bu Kuşatıcı ve Yol Gösterici Dostluğun arz üzerindeki halifesine yalvarıp yakarıyordu. Dostluk tek taraflı olamazdı ya; neden sonra durulup ikrara geçmişti. - "Ne olur, affeyle!.. Ben nefsine zulmedenlerden oldum."
Nitekim bal rengi gözler de aynıyla mukabele etmişti. O da dile minnet etmeksizin sözün güzelini vazediyordu. Ne demişti, İlmin Kapısı?..
"Kişi, açık ettiklerinin esiri; kendinde sırladıklarınınsa efendisidir." - "Ey Hüseyin'in Oğlu!.. Duydum ki; yirmi üç yaşında olmana rağmen sana da dedene söyledikleri gibi 'İlmin Kapısı' diyenler varmış. Hem deden Ali'yi hatırladıkça, hem de senin şu perişan halini gördükçe bu ilmin, size bir faydası olmadığını düşündüm. Sonra merak ettim. Acaba benim için dünya malı mı hayırlıdır, yoksa ilim mi?.."
Seccad güçlükle ayakta durabildiği için sağ yanını bir sütuna dayayıp cevap verdi:
"İnsanlar için ilim daha hayırlıdır. Zira ilim Nebilerin; mal ise Firavunların ve Karunların mirasıdır."
Berilerden başka bir ayağa kalkmıştı. "Cevabın aklıma yatmadı. Babasından, atasından miras bulanlardan değilim!" diyordu. Kendisi gibilere uygun bir gerekçe var mıydı?
Seccad aynı soruyu bu kez; "İlim daha hayırlıdır. Zira ilim seni korur. Ama mal seni korumaz!" diyerek yanıtladı.
Bir başkası ayaktaydı şimdi de...
"Düşmanım yok. Haliyle korunmaya muhtaç değilim. Söyler misin; benim için dünya malı mı hayırlıdır, yoksa ilim mi?"
Soranların niyeti doğruya ulaşmak yerine Seccad'ı tartmak olduğundan aynı hüküm için sürekli farklı gerekçeler isteniyordu. İmam yine de her defasında yeni bir cevap sunmaya devam edecekti.
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilim sahibinin seveni; mal sahibinin ise kıskananı çoktur."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilim dağıttıkça çoğalır, mal azalır."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü ilmi hırsızdan korumana gerek yoktur. Ama malı çalmak için uğraşan çok olur."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal sahibini malından dolayı hesaba çekerler, ilim sahibi ilim öğrettiklerine şefaat eder."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal kaldıkça çürüyüp bozulur ama ilim asla bozulmaz."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal insanın kalbini taşlaştırır, ilimse kalbi nurlandırır."
"İlim daha hayırlıdır. Çünkü mal sahibi Firavun misali rablık güder. Ama ilim sahibi kulluğu talep eder."
Artık yeni gerekçe isteyen kalmayınca Seccad; El-Alim olan Allah'a hamdederek hazirüna seslendi:
"Bütün Şam ahalisi toplansa, onlara Irak ve Mısır halkı eklense, kıyamete değin aynı soruyu tekrarlasalar, yine de her defasında farklı cevaplar veririm. Bilirim ki, en yüce bilgi el-Aziz'den gelen bilgidir. Hakim olan Allah, görebilenler için Kitabını hikmetleriyle süslemiştir.