- Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade
şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim. - Öyle ya, ressam
kendi resmini yapmış olduğuna göre, bu harikulade kadın
aramızda dolaşmakta, siyah ve derin gözlerini toprağa veya
karşısındakine çevirmekte, alt dudağı biraz büyükçe olan ağzını
açarak konuşmakta, hulasa yaşamaktaydı. - bu son iki hafta içinde
hayatımın nasıl bir mana almaya başladığını ve bunu kaybetmenin
ne olduğunu fark ettim. Bir imkân, mevcudiyetine ihtimal
vermeye bile cesaret edemediğim bir imkân, boş ve manasız
akıp giden ömrümün yanma kadar sokulmuş ve sonra, birdenbire,
geldiği kadar ani ve sebepsiz, çekilip gitmişti. Bunu
ancak şimdi anlıyordum. Kendimi bildim bileli, bütün günlerimi,
haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla
geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım.
O resim aradığım bu insanı bulmanın mümkün olduğuna,
hatta ona pek yakın bulunduğuma, bir müddet olsun beni
inandırmış, içimde, bir daha uyutulması kabil olmayan bir
ümit uyandırmıştı. Onun için, bu sefer düştüğüm inkisar o nispette
büyük oldu. Etrafımdan daha çok kaçtım, daha çok içime
saklandım. - Zaten küçüklüğümden
beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için
saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep
olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her
zaman çekinirdim. - Sesi hiç yabancı değildi. Yüzünün her hattını ezbere bilişim, hatta onda, hakikatte mevcut olandan çok daha fazla manalar
buluşum tabiiydi. - "Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi
avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye
devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..." - "Sakın siz de başka erkekler gibi düşünmeyin..." dedi.
"Sözlerime başka manalar vermeye kalkmayın... Ben hep böyle
apaçık konuşurum... Bir erkek gibi... Zaten birçok taraflarım erkeklere
benzer... Belki de bunun için yalnızım..."
Beni baştan aşağı uzun zaman süzdü. Birdenbire:
"Sizde de biraz kadınlık var..." dedi. "Şimdi farkına varıyorum...
Belki de bunun için ilk gördüğüm andan itibaren sizde
hoşuma giden bir şey bulduğuma hükmettim... Sizde genç kızlara
mahsus bir hal var..." - Düşüncelerimi tahmin etmiş gibi:
"Ben böyleyim işte!" dedi. "Ben garip bir kadınım... Benimle
ahbaplık etmek isterseniz birçok şeylere tahammüle mecbur
kalacaksınız... Çok manasız kaprislerim, birbirine uymaz saatlerim
vardır... Hulasa arkadaş olduğum kimseler için pek müziç
ve anlaşılmaz bir mahlukum..."
Sonra kendini bu kadar fenaladığma kızmış gibi keskin,
adeta kaba bir sesle ilave etti:
"Ama keyfiniz isterse... Kimseye ihtiyacım yok... Kimseye
minnettar olmak, kimsenin dostluğunu, lütfunu istemek niyetinde
değilim... İsterseniz..." - Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini
sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım,
insanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını
bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız
görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının
bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı
okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu,
daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü
hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım. - Dünyada bundan daha ferah verici bir şey olabilir miydi?
Şimdi onunla beraber bu ıslak yollarda yürüyecek, tenha ve loş
bir yerde oturarak göz göze gelecektik. Ona birçok şeyler, şimdiye
kadar hiç kimseye, hatta kendime bile söylemediğim şeyler
anlatacaktım. Bunların çoğu kafamda bir anda doğuyor ve
beni hayrete düşüren bir süratle yerlerini yenilerine bırakıyordu.
Onun ellerini tekrar avuçlarımın içine alacaktım, uçları biraz
kırmızı olan üşümüş parmaklarını ovuşturarak ısıracaktım.
Bir kelime ile, ona yakın olacaktım.