- Bir yabancıya açılmak her zaman daha kolaydır; geçirgen olmayan bir duvara konuşmak gibi. (S. 166)
- Bir insan kaç insandır aslında? Onu tanıyanların sayısı kadardır bence. Hangisi gerçek "o"dur? İnsanın kendisi bile bilemez bunu. Tek insan bile çoğuldur belki, hem kendi hem başkası. (S. 266)
- Halklar varlıklarını, kimliklerini korumak için her zaman silaha sarılmazlar; daha önemli, daha derin bir şeye; inançlarına, kültürlerine, dillerine, tarihlerine sarılırlar. (S. 288)
- Görmemiş, duymamış olacağız ve konuşmayacağız; çünkü çaresiziz, çünkü korkacağız. Konuşmadığımız için kahrolacağız ve unutacağız. Bildiklerimizle, gördüklerimizle yaşamayı sürdüremeyeceğimiz için unutacağız. Sonra unutma virüsü herkese buluşacak, hastalık gitgide yayılacak, salgına dönüşecek.
- Belki de hepimiz, her şeyi seziyoruz, biliyoruz. Ama gözümüzü, kulağımızı kapatıyoruz. Görmüyoruz, duymuyoruz; çünkü görüp duyarsak bir şeyler yapmamız gerekecek. Ve konuşmuyoruz; çünkü korkuyoruz. Canavarın kuyruğuna yapışmıyoruz. Aman bırakın; sakin uyandırmayın canavarı, diye bağırıyoruz dışarıdan. Canavarı yakalamaya çalışır gibi yapanların kim olduğunu, neye hizmet ettiklerini de bilmiyoruz. Belki de canavarın ta kendisidir kendi kuyruğuyla oynayıp bizimle alay eden.
- Hayat insanı yener. Biliyorum baba.
- Sana düşman değilim. Yalnız dertlerimiz, davalarımız, dünyalarımız ayrı. Bambaşka şeyler bekliyoruz hayattan. Ana sen anne, sen buldun mu hayattan beklediğini? Yaşamak bu muydu sence? Böyle mi düşünmüştün hayatı?
- Bizler, dalgalı, korkulu bir çağın çocukları, tedirgin bir ülkenin genç kuşağı, bir varlık olduğumuza, geleceğin bizim olduğuna, mutlu bir ülkenin bizim ellerimiz üstünde yükseleceğine inanmıştık bir süre.
- 'Yaşamak' dedim ona. Yaşamalı, gerçek anlamını öğrenmeli yaşamanın. Yaşamak... Ama nasıl?
- Bir cevap bekliyordum dünyadan ama dünya susuyordu