- "Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapmadayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim." Artık hiçbir zaman "yekpare? olunamayacağının anlaşıldığı, dış dünyanın, bugünün ağır bastığı, parçalanmış bir dünyadır uyanılan. Özne kendi kapısındadır; dış dünyayla yalnız kalmıştır artık. 21
- Arkasından tannsı çekilmiş bir şekil, sadece bir çiçek! Belki de diyebiliriz, belki de lale ilk kez o zaman görünebilirdi. 23
- "Beyhude hatırlıyoruz/Bu hiç olmamış şeyleri..." Bizi, roman okurunu bu boşluğa çeken, orada içimizi ısıtan bir şeyler bulmaya iten ne? 26
- "Romanın önemi, başkasının kaderini belki de öğretici bir biçimde bize sunmasında değildir," diyordu Benjamin: "O içimizi ısıtır; kendi kaderimizden asla sağlayamayacağımız, bir yabancının kaderini tüketmiş olan alevin verdiği sıcaklıkla. Okuru romana çeken, ürpertilerle dolu hayatını okuduğu bir ölümle ısıtma umududur." 26
- Atay?ın kişilerinin bugün bize yakın gelen özelliklerinden biri, hayat karşısında beceriksiz, "hayatın acemisi" olmaları.Tutunamayanlar'da. Selim Işık, Tehlikeli Oyunlar'da. Hikmet Benol, düşünmekten yaşamaya fırsat bulamamış, "hayat bilgisinden yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki doğrularla birlikte evde kalmış, çocuk kalmış kişilerdir. Her şey çok önceden belirlenmiş gibidir: "Kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi" Selim çocukken ne futbol takımına girebilmiş, ne sınıf mümessili olabilmiş, ne korkularını yenip çocukluk aşkının peşinden dut ağacına çıkabilmiş, ne de büyüdükten sonra, kötü yaşarım korkusuyla hayata dahil olabilmiştir. Hikmet?in içindeki çocuk da, "yaşamadığı için büyümemiş"tir. O da, Selim gibi düşünmenin kurbanı gibidir: Erkeklerin pijama ve terlikle dolaştığı, duvarlarına takvim asılan evleri gülünç bulduğu için kendine bir hayat kuramamış, sahte olurum ya da kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamamış, bir kere böyle düşündüğü için başka türlü düşünememiş, sırf öyle söylediği için bütün hayatını "kelimeler uğruna" harcamıştır. İçlerinden bir tek "eyyamgüder" Turgut Özben beceriklidir: Duraklara en kısa yoldan çıkabilir, dolmuşa herkesten önce binebilir; erken yaşta, öğretmenin gözüne girebilmenin bağırarak şiir okumaktan geçtiğini keşfeder; ama o da bu becerisini, "hayat pasosu"nu, Selim?i anlamaya çalıştıkça kaybedecek, bir "deliler treni"nde bir istasyondan diğerine dolaşmayı seçecektir. O halde bir kader birliğinden söz edilebilir: Bilinç, insanı hayatın dışına itecek; beceriksiz, tutuk ve işlevsiz kılacaktır. 30-31
- Atay?ı daha çok yarattığı kahramanlarla özdeşleştirerek, bir "tutunamayan" olarak okuduk. Oysa bu, Atay?ın bir yüzü. Selim Işık olan, Hikmet Benol?la bir olan, hayatın taleplerine bir türlü karşılık veremeyen, zihinsel taşanlarına maddi bir karşılık bulamayan, bu dünyada davranamayan, bu yüzden acı çeken ya da gülünç duruma düşen kahramanlara, Tutunamayanlar da da sık sık sözü geçen Don Kişot'a, îsa?ya ya da Hamlet e yakın olan yönü; son yılların moda tabiriyle Atay?ın "marjinal" yüzü. 32
- Oğuz Atay için Kemalizm, bugünün çoğu aydını için olduğu gibi, mesafe alınabilecek düşünsel bir proje ya da resmi bir hamasetten ibaret değildi. Bir Bilim Adamının Romanı kötü bir kitap olabilir; ama Atay?ın, Kemalizm?i, yalnızca bir düşünce olarak değil, kendi köklerini de bulduğu, kendini borçlu hissettiği bir hayat olarak, bir hayat hikâyesi olarak gördüğünü ortaya koyması bakımından önemli. Bir Bilim Adamının Romanı'nda dile getirdiği gibi, "vatan ve millet deyimleri(nin) henüz sadece bayram nutuklarının tekelinde" olmadığı bir dönemin hayatıdır bu. Kemalizm'in henüz yalnızca bir baskı cihazı, bir resmiyet ya da bir hamaset olarak değil, yoksul bir halkı "kara ekmek"ten kurtaracak bir imkân olarak göründüğü bir hayattır. 35
- "Biz Steinbeck?in pamuk ye şeftali toplayan işçileriyle acı çekeriz. Hamlet'in meselesine katılırız, Platon bizi derinden sarsar. Batılı değerlendirir biz severiz." 40
- Atay'ın dili, iki şeyi birden içerir: Yazar hem kişileriyle özdeşleşir, duygusal bir bağ kurar; hem de anlattığı hakikatin parçalanıp çarpıtılmadan, gülünçleştirilmeden ciddiye alınamayacağını fark eder; duyguyu bastırır, özdeşliği kırıp parçalar. Tutunamayanlar'm ve Tehlikeli Oyunlar ın neredeyse tamamının başka dillerin taklidi, parodisi olan bir dille yazılmış olması, duygunun her görünüşünde abartılarak ciddi olmaktan çıkarılması, okuru birden bire melodramla, ucuz bir duygusallık taklidiyle karşı karşıya bırakması da bu yüzden. Turgut'un, Selimin ölümünden sonra, onu ararken konuştuğu dilde olduğu gibi: "Beni de al Selim; ölümden, unutulmaktan öteye götür. Birlikte tutunamayalım." 42
- Tanpınar?la karşılaştırmak bile gereksiz: Atılgan'ın dili dıştan beslenmiş, zengin, doyurucu bir dil değil; benzetmesiz, yüksüz, neredeyse yoksun düşmüş, lise edebiyat kitaplannın "fakir" diye niteleyebileceği bir dildir. Tanpınar?da olduğu gibi uzayan, yan cümlelerle her an yeni malzemeyi cümlenin içine çeken, emen, biriktiren bir dil değil, sanki bir an önce bitirilmek istenen cümlelerle kurulmuş bir dil. Açılan bir dil değil, kapanan, dönüp dolaşıp aynı cümleye, aynı sözcüğe gelen, tekrar üzerine kurulu bir dil: Ne çok "dar" sözcüğü geçer Bodur Minareden Öte'de ("daracık kasaba", "daracık avlu", "daracık kümes", hepsi de aynı paragrafta), cümleler ne çok tekrarlanır; Aylak Adam'ın ve Anayurt Oteli'nin kahramanlan ne çok sigara yakar, sigara söndürür, sigarayı küllüğe bastınr, kalkar, oturur, ayakyoluna gider, ellerini sabunlar. Fiil zamanlan ne kadar az değişkendir: DiTi geçmiş zaman cümleleri ne sıklıkla birbirini izler ("Kalktım, aşağıya indim. Ayakyoluna girdim. Çıkınca mutfakta ellerimi sabunladım..."). Geçmiş zaman bir türlü geçmek bilmeyen zamana, geniş zaman her an daha da daralan bir zamana dönüşmüştür. 49-50