- ''Türk milletine gelince, Sibiryalardan, Baykal gölü kıyılarından tutunuz da, İran, Rusya Azerbaycanlarından, bütün Doğu Türklüğünden; ta Akdeniz kıyılarına kadar yayılan Batı Türkleri birbirini anlamakta zorluk çekmezler. Temiz ve sade Türkçemiz, edebiyat Türkçemiz, edebiyat Türkçesi olduğu gün, birbirini anlayan Türk dünyasında, nasıl bir Türk kültür birliğinin doğacağını tahmin etmek zor bir şey olmaz. Atatürk yalnız geçmişi tasfiye etmedi. O yalnız hali sağlamlaştırmadı. Yarını ve yarınlara egemen olacak en sağlam temelleri de attı. Türkün bütün geçirdiği felâketlere rağmen millet halinde tutunmasının nedenlerini meşhur Türk severlerden Leon Kahun Türk dilinin dayanıklığında bulur.''
- ''Ali Şîr Nevai'nin Türkçe Türkçe diye ettiği feryadı dört asır sonra Atatürk'ün atılımı doyurmuş bulunmaktadır. Bu Türk devlet adamına ve büyük şaire göre Türkçe dillerin en zenginidir. Dillerin destanıdır. Türkçe konuşmak ve Türkçe yazmak lâzımdır. Fuzûlî de bu fikirdedir. Şemseddin Sami'nin Kamusu Türkî mukaddemesi de bunu pekleştirir. Atatürk ne diyor Atatürk diyor ki: ''Türkçe, dillerin en güzeli, en zenginidir. Yeter ki, bu dil şuurla işlenmiş olsun!'' Bence edebiyatımızda, Arap ve Fars ve diğer milletlerin kelimeleri yerine öz Türkçe kelime kullanan, Türk birliği temeline bir kaya parçası konduruyor demektir. Lastik Said'in bir şiiri Meseleyi şöyle, kısaca ifade edebiliriz: ''Arapça isteyen urbana gitsin Acemce isteyen İran'a gitsin' Frenkçe isteyen Frenkistane gitsin Ki biz Türküz bize Türkçe gerektir'' Bu mısraların nazımı Lâstik Said'dir. Ruhuna rahmet..''
- ''Meselâ Hacı Bayram'dan: Bayramı imdi, bayramı imdi Bayram ederler yâr ile şimdi Yunus Emre'den: Ben Yunusu biçareyim Baştan ayağa yareyim Ben yürürüm yâne yâne Aşk boyadı beni kane Ne âkılim ne divane Nice köşkler, saraylar viran olur kalır bir gün Rabia Hatun'dan: Bir kâsedir alev dolu gönlüm yana yana Men tâ senin yanında dahi hasretem sana Köroğlu'ndan: Zengin arabasını dağdan aşırır Züğürt düz ovada yolun şaşırır Tokat kervanından aldım bakırı İnletmeyin beyler fıkarayı fakiri Karacaoğlan'dan: Yürü, salın güzelim, salındığın yollar öğünsün Vaktine hazır ol ey Acem şahı Mağrıptan üstüne asker geliyor Yıkacaktır tâcın ile tahtını Sultan Murat Han'dır kendi geliyor Mehmet Emin'den: Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur. Sinem özüm ateş doludur. Nazım Hikmet'den: Varsın otursun isteyenler dört duvardan evinde Kartal kayalardan seyredelim biz Kanayan gönüllerin göğe vuran rengini!''
- ''Ne yapalım? Bu bir huy! Türk milleti büyüklerini bazen padişah olarak, bazen padişahtan da büyük olarak, halk çocuğundan verir. Türk milleti büyükler yaratıcısıdır; çünkü kendisi en büyüktür.''
- ''31 Mart 1909 kaytaklığında yabancı unsurların da faaliyeti görüldü. Halaskârlar hareketinde Hürriyet ve İtilâf Partisinin kuruluşunda, İngiliz Baştercümanı Fiçmoriç, Rusya sefaretine mensup Mandelstam'ın tahrikleri etkili oldu. Bizdeki kaytaklığın parolası daima şu olmuştur. ''Şeriatla görülecek davamız vardır?'' Yahut; ''Şeriat isteruk!..'' (...) Fakat Koca Sekbanbaşı'nın lâhiyasında dediği gibi, önemle dikkate değer ki, bunların, bu eşkıyanın şeriatle ilgisi yoktur. Bunların bütün ilgisi para iledir. Kendilerine verilen bahşiş derecesinde seslerini yükseltirler yine ona göre indirirler. Bahşiş kesilince, sesler de kesilir! Cumhuriyetin ilânından sonra ortaya çıkan Şeyh Sait İsyanı'nın da mahiyeti budur. Yine Derviş Mehmet'in Menemen baskını da bundan başka bir şey değildir.''
- ''Topal Ata, ulema otoritesini, yeni bilimlerle kırmak isteyen III. Selim'in tahttan indirilmesini istiyor, Köse Musa da, yeni bir hükümdar idaresinde kendi etkisini arttırarak daha serbest büyük servetler elde edebilmek için rakiplerini ortadan kaldırmayı arzu ediyordu.'' İşte kaytaklığın iç yüzü bu idi. Zaten bütün kaytaklıkların iç yüzleri birdir: Menfaat.''
- ''Ancak Balkan Savaşı'ndan sonra Hamdullah Suphi Tanrıöver, gayretiyledir ki, Türk Ocakları açılmaya başladı. Ve hemen, Türk olmayan unsurların müthiş itirazlarıyla karşılandı! İşin asıl acı tarafı, bu itirazlara bazı öz Türk seslerinin karışmasıdır. Yara, yâr elinden olunca acısı fazla olur. Bununla beraber, Türk Ocakları memleketin dört bir ucunu kaplamakta gecikmedi.''
- ''Asla unutmayacağız ki, biz Türkler, bağımsızlık savaşlarında bütün bir dünyaya üstün geldikten sonradır ki, medenî dünya bize kapılarını açtı ve girdik. Burada kalmanın çaresi, her yönden daima ve daima kuvvetli olmaktır. Devletçi sistem, komünizme şu cihetten üstündür ki, komünizm, tahakkuk etmeyen ve etmeyecek olan bir dava peşindedir. Devletçi sistem ise, tahakkuku her vakit mümkün ve verimli bir tez ardındadır.''
- ''Kaytaklık, aman vermeden tepelenmelidir. Ve tepeleme ameliyesi kaytaklığın şeflerini bir ayak evvel imha ile başlamalıdır. Bu ne kadar erken yapılırsa başarı o kadar çabuk elde edilir. Şeflerden maksadım, kaytaklığı gizli ve açıktan idare edenlerdir. Patrona, Kabakçı Mustafa, Şeyh Sait kaytaklıklarında bu rol yerine getirildi. Meselâ: İlk iş olarak Kabakçı'nın kellesi koparıldı. Ve kaytaklık derhal başından vurulmuş gibi yere serildi. Alâmdar ordusu İstanbul'a girdiği zaman savaşa lüzum kalmamıştı. O, kaytaklığın cesedi üzerinde yürüdü. Bunun bir faydası da, iyiyi, kötüyü ayırt etmekten âciz insanların kanına girmemektir. Ele başılar iş başında kaldıkça direnme artar ve kan dökülmesine yol açar. Bunlar ortadan kaldırılınca etrafları da çil yavrusu gibi dağılır. Ve bu yalnız kaytaklıkta değil, her harekette böyledir. Meselâ: İhtilâli başarılı kılmak için, şefleri her türlü tehlikeden korumak en başta gelen ödevlerdendir. Kabakçı Mustafa vak'asına ön gelen Patrona Halil kaytaklığını kışkırtanlar da hocalar idi. Bunların yapıcı âletleri de yine Yeniçerilerdi. Onların da gûya şeriatla görülecek davaları vardı.''
- ''Biraz önce dediğimiz gibi, askerlikten muaf tutulan yabancı unsurlar, rakipsiz olarak ekonomik alanda kuvvetleniyorlardı. Ve millî duygularını besleyerek yükseliyorlardı. Türkün bu iki kuvvetten uzak kalarak zayıf düşmesi, yabancı unsurların onu hırpalayarak imparatorluktan kolaylıkla ayrılmalarını ve yeni devletler halinde ortaya çıkmalarını kolaylaştırıyordu.''