- Rahim Han acı acı güldü. "Hümeyra'yla ikimiz, bütün dünyaya karşı. Sana şu kadarını söyleyeyim, Emir can: Sonuçta mutlaka dünya kazanır. Düzen böyle."
- Ama şimdi ona bir şey sormuştum; yanıtlarsa biz... biz sohbet etmiş olacaktık. Ben bir mücarat, yani gençi bekar bir erkek, o da evlenmemiş, genç bir kadın. Üstelik, bir geçmişi olan bir kadın. Bu, bir dedikodu malzemesinin (hem de en lezizinden) sınırlarında, son derece tehlikeli bir biçimde gezinmek demekti. Zehirli diller iştahla yalanacaktı. Ve bu zehrin acısını o çekecekti, ben değil - Afganlara özgü çifte standardın, benim cinsimi fena hade kayıran eğilimin çok iyi bilincindeydim. Delikanlının kızla konuştuğunu gördünüz mü? değil. Vaay, oğlana nasıl yapıştı, gördünüz mü? Ne loçak ama!
- Hoparlörden düğün marşı ahesta boro yayıldı; Baba'yla Kabil'den ayrıldığımız gece, Mahipar kontrol noktasındaki Rus askerin söylediği şarkı:
Sabahı kilitleyip anahtarını kuyuya at,
Usulca git, güzelim ayışığım, usulca git.
Sabah güneşine doğmayı unutturma,
Usulca git, güzelim ayışığım, usulca git. - "Oğulları her gece diskolarda, et peşinde. Kız arkadaşlarını gebe bırakır, evlilik dışı çocuk sahibi olurlar ama kimse ağzını açıp bir şey söylemez.. Eh, delikanlılar eğleniyor işte! Ben tek bir hata yaparım ve ansızın herkes nang, namus diye cıyaklamaya başlar; ömrümün sonuna kadar da başıma kakar."
- Gel. Yeniden iyi biri olmak mümkündür, demişti Rahim Han tam telefonu kapatırken. Öylesine söyleyivermişti; son anda aklına gelmiş gibi.
Yeniden iyi biri olmak. - "Şöyle dedi: 'Çok korkuyorum.' Neden diye sordum, 'Öyle mutluyum ki, Doktor Resul. Böylesine büyük, müthiş bir mutluluk, insanı korkutuyor.' Yine nedenini sordum, şöyle dedi: 'Senin bu kadar mutu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.' Hemen onu susturdum: 'Hişşt, hadi ama. Saçmalama.'
- İslamabat'a kadar olan gört saatlik yolculuğun neredeyse tamamında uyudum. Bir sürü rüya gördüm, çoğunu karmakarışık imgeler halinde anımsıyorum; beynimden hızla akıp geçen, silik sahneler: Baba on üçüncü doğum günüm için kesilen kuzunun etini terbiye ediyor. Süreyya'yla ile kez sevişiyoruz, güneş doğudan yükselmekte, düğün marşı hala kulaklarımızda çınlıyor, kınalı elleri benimkilere kilitlenmiş. Baba Hasan'la beni yine Celalabat'taki o çilek tarlasına götürmüş (sahibi, sonunda dört kilo çilek satın almamız şartıyla, istediğimiz kadar yiyebileceğimizi söylemişti), çilek yemekten karnımız davul gibi şişmiş. Hasan'ın pantolonundan sızan kan karın üzerinde kopkoyu, neredeyse siyah görünüyor. Kan çok güçlü bir şeydir, baçem. Cemile Hala, Süreyya'nın dizine dokunuyor, En iyisini Allah bilir; demek ki böyle yazılmış, diyor. Babamın evinin damında uyuyorum. Baba tek önemli günahın hırsızlık olduğunu söylüyot. Yalan söylediğinde, bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Rahim Han telefonda, bana yeniden iyi olmanın bir yolu vardır, diyor. Yeniden iyi biri olmak mümkün...
- "Ben yüzlerini unutmaya başladım," dedi Sohrab. "Bu çok mu kötü?"
Hayır. Zaman bunu hep yapar." - Geçici seccademi yere serip diz çöküyorum, alnımı yere dayıyorum; gözyaşlarım çarşafı ıslatıyor. Yüzüm batıya dönük. Sonra , on beş yıldır namaz kılmadığımı anımsıyorum. Duaları çoktan unutmuştum. Ama önemli değil, ben de anımsadıklarımı okurum: La ilahe il Allah, Muhammed ü resul Allah. Allah'tam başka Tanrı yoktur, Muhammed de onun elçisidir. Artık Baba'nın yanıldığını görebiliyorum; bir Allah var, her zaman da vardı. O'nu burada, bu umutsuz, yılgın koridordaki insanların gözlerinde görebiliyorum. Burası Allah'ın gerçek evi; O'nu kaybedenler O'nu yine burada bulabilir - göz kamaştırıcı ışıkları, göğe yükselen minareleriyle o beyaz camide değil. Allah var, olmalı. Şimdi dua edecek, O'na yalvaracağım; bunca yıldır O'nu ihmal ettiğim, yalan söylediğim, ihanet ettiğim, hiçbir cezaya uğramadan, özgürce günah işlediğim için... bir de O'na , bunca zaman görmezden gelip şimdi sıkışınca, sırf ihtiyaçtan başvurduğum için beni bağışlamasını isteyeceğim. Kitabın söylediği kadar merhametli, verici ve rahim olduğu için O'na yalvardığımı açıklayacağım. Başımı eğiyor, yeri öpüyor, söz veriyorum: Zekat vereceğim, namaz kılacağım, Ramazan'da oruç tutacağım, Ramazan bittikten sonra da orucu sürdüreceğim. Kutsal kitabındaki hiçbir sözü unutmayacak, çöldeki o boğucu kente hacca gidecek, Kabe'nın karşısında diz çökeceğim. Bütün bunları eksiksiz yapacak, bugünden başlayarak her gün O'nu düşüneceğim. Yeter ki duamı kabul etsin, şu tek arzumu yerine getirsin. Hasan'ın kanı ellerime bulaştı; oğlunun kanının da bulaşmaması için Sana yalvarıyorum.
- Tek bilmek istedikleri, sonunun mutlu gelip gelmediğiydi.
Bugün biri bana Hasan, Sohrab ve benim öykümün mutlu bitip bitmediğini sorsa, onu nasıl yanıtlayacağımı bilemem.
Mutlu son diye bir şey var mı?
Her şey bir yana, yaşam bir Hint filmi değil. Afganların en sık yinelediği deyiştir: Zendagi migzara. Hayat devam ediyor. Başlangıcı, sonu, kemyah, nah-kum, bunalımları, sevinçleri önemsemeksizin, ağır, tozlu bir kervan gibi ilerliyor.