- uygar bir ulusun -çünkü üstüne üstlük bu ülkedekiler uygar da- asırlık ağaçlara bile saygı duymaması adamı insanlardan tiksindirecek gibi.
- İki gardiyan sağ kolumu, ikisi de sol kolumu kıvırdı. Ellerim kürçk kemiklerime kadar kalkmış halde, yüzükoyun yere yatırıldım. Sol elimin işaret parmağını sağ elimin baş parmağıyla birleştiren bir kelepçe taktılar ve baş gardiyan, bir hayvan gibi, saçlarıma yapışarak beni yerden kaldırdı.
- Bana neler yaptıklarını sizlere anlatmamın hiç gereği yok. Ellerim arkada, tam on bir gün kelepçeli kaldığı mı söylemek yeter. Hayatımı Batton?a borçluydum. Her gün hücreme, yönetmelik gereğince verilmesi emredilen ekmek topağını atıyordu ama ellerimi kullanamadığımdan ekmeği doğru dürüst yiyemiyordum. Başımla parmaklığa kıstırsam bile, ısıramıyordum ekmeği. Ama Batton, beni hayatta tutacak kadar ekmek parçası da atıyordu hücrenin içine. Ayağımın ucuyla ekmek parçalarını küçük bir yığın haline getiriyor, yüzükoyun uzanıp bir köpek gibi yutuyordum ekmekleri. En ufak kırıntıyı bile yitirmemek için, her parçayı çiğniyordum.
- Zavallı salak! On bir günden beri bir şey yemediğimden emin olduğu için söylüyordu bunu. Bu kadar uzun süren bir açlıktan sonra da fazla tıkınırsam hazımsızlıktan ölebilirim. Her neyse, o umduğuyla kalacaktı. Akşama doğru Batton, bana tütünle birkaç yaprak getirdi. Dumanı, hiç çalışmayan kalorifer borusunun deliğine üfleyerek durmadan sigara içtim. Delik hücreyi ısıtmıyordu ama hiç olmazsa bu faydası vardı. Daha sonra da Julot?yı çağırdım.- On bir gündür ağzıma bir şey koymadığımı sanıyor ve yavaş yavaş yememi öğütlüyordu. İtin birinin şifremizi çözebileceğini düşünüp ona gerçeği açıklamaktan çekiniyordum. Kolu alçıdaydı, morali yerindeydi, iyi dayandığım için de beni kutluyordu.
- İlkel yaşayışınız ve kendinizi koruma yöntemleriniz gelecekte çok faydasını göreceğim bir şey öğretti bana: İlkel bir Kızılderili olmanın, hukuk fakültesi bitirmiş bir devlet memuru olmaya bin kere yeğ tutulacağını.
- Alçakça öldürülse bile, kimin öldürdüğünü araştırmak zahmetine katlanan çıkmıyordu. Yönetimin gözünde, kürek mahkumu bir hiçti. Köpekten bile değersiz bir yaratık.
- Hiç bir dinsel eğitimden geçmemek, hristiyan dininin elif besini, İsa'nın babasının kimliğini, Meryem Ana'nın gerçek kişiliğimi, babasının dülger mi yoksa deveci mi olduğunu bilmemek. Bütün bu cehalet tabakası, gerçekten arandığında Tanrı'ya rastlamayı engellemiyor. Rüzgarda, güneşte, denizde, ormanda, yıldızlarda, insanoğlunun beslenmesi için sağa sola bol bol serpiştirdiği balıklarda onu bulmak mümkün.
- Biz Fransızlar diyen siyah adamın sözlerine bıyık altından gülüyorum, hem sonra gerçekten içimde garip duygular var. Evet, bu adam bir Fransız, hem benden çok daha saf Fransız. Çünkü büyük bir inanç ve hararetle yurttaşlığı kabulleniyor. O kendini Fransa uğruna öldürtebilir, ben asla.
- Hayat bu işte. ?Çürümeye, bozulmaya giden yirmi beş yaşındaki bir çocukla? alay edip kahkahalarla gülünüyordu.
- Çinliler, insanın başına düşen su damlalarını keşfetmişler, Fransızlarsa sessizliği.