- Düşler bitip, yalnızlık odanın her yerini Doldurunca, bozgunlar, bunalımlar başlardı. İnsaf! Orda, odada çarpan bir yürek vardı; ?Yalnız, kaba çuhanın üzerine uzanmış, Kendini kentin usul gürültüsüne salmış Dört duvar arasında soluyan derin derin, Düşünde çarşaf gibi yelkeni gemilerin.
- (Akşam Duası) Sapı eğri bir pipo gibi, ağza kurulmuş, Ya da bir Melek gibi berberin ellerinde, Yaşayıp gidiyorum işte öyle oturmuş Bardaklar arasında, duman yelkenlerinde. Tatlı yaralar açar içimde binlerce düş Sıcak dışkılar gibi boş bir güvercinlikte; Bakarım ki yaramın kabukları soyulmuş, Kanıyorum yüreğim altın sıvıyla birlikte. Sonra, bütün düşleri yalayıp yuttuğum an, İndirince mideye otuz kırk bardak birayı, Bir boşalma gereği sıkıştırır o zaman. Lübnan selvilerinin Tanrısı gibi tatlı, Sidiğini göklere, yükseklere attıran Ben kulunuzu bağışlayın siğilotları!
- Ve bir aşk gecesinin hüzünlü sabahında, İsterik arzuları yüreğine gömerek, Ve acılar içinde, bu kız ne söyleyecek Kızoğlankız Meryemler düşleyen aşığına: ''Öldürdüm biliyor musun, usul usul seni? Aldım yüreğini, ağzını, nen ver nen yoksa; Ve şimdi sayrıyım, n'olur, yatırsınlar beni Gece sularının Ölüleri arasına! ''Çok gençtim, İsa oldu soluğumu kirleten Doldurdu tüm pislikleri gırtlağıma dek! Yünler kadar derin saçlarımı öpüyordun sen, Hoşlanıyordum.... oy! Umurumda değil artık, ''Bilinç nice iğrenç dehşetlerin tutsağıdır Erkekler! bilmezsiniz ki en sevdalı kadın En orospu ve en hüzünlü olan kadındır, Acısını çekiyor sizlere sığınmanın! ''O Kudasla bana olan oldu yeterince Bu yüzden öpüşlerin yabancı, neyin nesi Bilemedim; teninin okşadığı tenimde Kaynaşıyor hâlâ İsa'nın kokmuş nefesi!''
- (Dert mi Bize Yüreğim?) (Başdönmesi) Dert mi bize yüreğim, dalga dalga akan kan Ve ateş ve ölüler ve kudurmuş çığlıklar Cehennem hıçkırıklar düzeni yakıp yıkan Dert mi bize örenler üstünde esen Rüzgâr; Dert mi öç? ?Dert olmaz mı, bakıyoruz gülerek, Sanayiciler, soylular, vekiller, geberin! Canları cehenneme, tarih, tüze ve erkin! Kan gerek bizim için. Altın alev! kan gerek! Fır dönelim korkunç saldırların içinde! Savaş ve öç ve dehşet dört bir yana kol salsın! Cumhuriyetler, krallar, ordular ?yeter be!? Sömürgeler, halklar, çanınıza at tıkansın! Kardeşimiz; öfkeli, alevli kasırgalar, Kim uyarır sizleri kardeş bildiklerimiz? Düşle beslenen dostlar aramıza geliniz, Çalışmadık, çalışmayız, ey ateş dalgalar! Avrupa, Asya, Amerika, yerin dibine Batın. Yürüyoruz öç dolu, yakıp yıkarak Köyleri ve kentleri! ?Öleceğiz birlikte Lav kusacak volkanlar! Denizler tutuşacak! Oy! dostlar! oy! ?Yüreğim: ''Bizler kardeşiz'' diyor: Uzak dostlar, siyahlar, durmayalım burada Gidelim! Çabuk! Eyvah! Eski toprak eriyor, Beni yutup sizlere akıyor dalga dalga. (Neyse, geçti, benim yine, eski ben.)
- (TİN) Su Perileri, ölümsüz, İncecik suyu bölünüz. Venüs, göğün bacısı, coştur Arınmış dalgayı, koştur. Yahudileri Norveç'in, Bana karları söyleyin. Siz, eski dost sürgünler, siz Denizlerden söz ediniz. BEN.? Paydos bu saf içeceklere, Paydos su çiçeklerine; Ne destanlar, ne insanlar Kandırır susuzluğumu. Taşlamacı, vaftiz kızın, Beni delirten susuzluk Obur bir kurtçuğa benzer Yüreğimi kemirip yer.
- (Mayıs Sürgünleri) (Sabır) Bir yaz günü Akça dallarında ıhlamurların Ölüyor av borusunun boğuk seni, Ve Frenk üzümleri arasından Göksel şarkılar yükseliyor. Gülsün artık damarlarınızda kan, Bak bağlar bekliyor bağbozumunu Gökyüzü bir melek kadar güzel, Lacivertle dalga kudas ayinindeler. Çıkıyorum sokağa. Işık vurursa beni Bitkin, yığılırım köpük üstüne. Bekleyiş... sıkıntı... Boşvereceğim İstediğim yalnızca: bu acıklı yaz Koşsun beni hurda arabasına. Ve seninle daha da çok, ey Doğa ?Yalnızlığı, hiçliğimi azaltıp? Ölüyorum ?ne gariptir!? Çobanlar Şu yalan dünyada ölecek yerde. Beni toprağa mevsimler karmalı. Doğa, kendimi sana sunuyorum, Açlığımla, susuzluğumla; Lütfen doyur, suya kandır. Umurumda değil hiçbir şey; Ha evde gülmüşüm, ha güneşte, Hiçbir şeye gülmek istemiyorum: Bırakın, bu mutsuzluğum özgür olsun.
- (Esrik Gemi) Çığırtkan Kızılderililer çarmıha germiş, Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi; Kendimi özgür Irmaklara kapıp koyvermiş, Gidiyorum... sular akıp götürüyor beni. Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu, Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı. Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu, Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı. Geçen kış öfke ile çalkalanırken sular, Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben, Öyle koştum durdum ki kopmuş Yarımadalar Bu denli yılmamıştı büyük gürültülerden. Sabah uyanışımı fırtınalar kutsadı, Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım, Ölüm kervanı sular beni durduramadı, Fenerlerin budala gözlerine bakmadım. Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa, Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su, Alıp gitti her şeyi; dümen, kanca, ne varsa, Ne kusmuk kaldı ne de mavi şarap tortusu. Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan, Denizin Şiirinde yunduğum günden beri. Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran Boşluğuna bazen dalgın bir ölü inerdi. Orada mavilikler, coşkular ve güneşin Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor, Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin, Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor! Bilirim nasıl döver kıyıları dalgalar, Şafağın güvercinleri gibi coştuğu anı, Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar, Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı. Gizemli korkularla yüzünde benek benek, Güneşi gördüm, uzun, mor buzlarla ışıldayan, Ve dalgalar gördüm usta oyunculara denk, Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan. Denizin gözlerine yükselen bir öpücük Yeşil geceyi gördüm o büyülü karlarla, Nice besi suları ve sarının, mavinin Uyanışını gördüm şarkıcı fosforlarla! Aylarca, isterik bir hayvan sürüsü gibi Sığ kayalara binen çalkantıyı izledim, Götürsün diye azgın suları, Meryemlerin Nurlu ayaklarından bir yardım beklemedim! Biliyor musunuz, Florida'ya bindirdim, Deri panter gözler karışmıştı çiçeklere, Ve ebemkuşakları denizlerin ufkunda Dizginlerini çekmişti yeşil sürülere. Kaynayıp mayalanan dev bataklıklar gördüm, Çürümüştü içinde sazlarla Leviathan! Ortalık sütlimanken yarılan sular gördüm. Nice burgaçlar gördüm enginlikleri yutan! Buzlar, gümüş güneşler, kor gökler, sedef sular... Derken dalgalar beni bir körfeze savurdu, Tahtakurularının kemirdiği yılanlar Kara kokularıyla dallardan sarkıyordu! Görsün isterdim, görsün çocuklar altın pullu Gümüş balıklarını o mavi dalgaların! ?Salladı beni beyaz köpükler çiçek dilli, Kanadına takıldım tarifsiz rüzgârların. Kutbun ve karaların yorgun kurbanı deniz Hıçkırınca bazen, tatlı tatlı salınırdım, Ve sundukça sarı dilli çiçeklerini, diz Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım... Sallanan bir adayım, gidiyorum, bordama Ela gözlü, kavgacı, cırlak kuşlar konuyor, Ölüler var takılmış iplerin arasına, Uykuya yatmak için dalgalara iniyor! Kasırganın kuş uçmaz enginlere attığı Ben, koyların saçları altında yitik gemi, Bulamaz ne zırhlılar, ne Hans kadırgaları Esrik su kemiğine dönen iskeletimi; Duvar gibi kızaran gökyüzünün damını Bendim özgür, tüterek, sisler içinde oyan, Tanınmış ozanlara mavilik yosunları, Ve güneş likenleri, cins reçeller taşıyan. Denizötesi gökleri sopalarla temmuz Kızgın hunilerin içine çökerttiği an, Üstümde elektrikli aylar, bütün bir yaz, Bendim denizaygırlarıyla çılgınca koşan. Nasıl da titriyordum elli mil ötelerden Korkunç Canavarları duyumsatınca deniz, Mavi durgunlukların palamarcısıyım ben, O eski Avrupa'yı ne özledim bilseniz! Göklerinin kapısı yelkenlere açılan Takımadalar gördüm, yıldız yıldız adalar, Dipsiz gecelerde mi, ey geleceğin Gücü, Uyur, göç edersiniz, ey milyonlarca kuşlar?? Akşam ağlatıyor, ağladım, çok ağladım! Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız: Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım, Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz! Avrupa'da sevdiğim tek su var: kara, soğuk Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk Kelebek kadar narin kâğıttan gemisini. Acılarda çalkanıp güçsüz düştüm dalgalar! Pamuk tüccarlarına hayır diyor dümenim, Artık benim için ne bayrak ne bandıra var, Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim
- Kent'te gördüğüm ve konuştuğum ve benimle konuşan Kadın. Işıksız bir odadaydım. Odamda olduğunu söylediler. Yatağımdaydı, benimdi tümüyle, ışıksız! Çok heyecanlandım, çok heyecanlandım çünkü ailemle birlikte kalıyordum. Bir korkudur aldı beni. Yırtık pırtık giysiler içindeydim, ben. Kibarlar alemindendi o, kendini vermeyi bilen; gitmesi gerekiyormuş! Tarifsiz bir acı duydum: kucaklayıp yatağın dışına yuvarladım. Hemen hemen çıplaktı. Çok çelimsiz olduğumdan üstüne düştüm ve onunla birlikte sürüklendim halılar arasında, ışıksız! Bizimkilerin lambaları art arda, kırmızı ışıklarla yanıyordu yandaki odalarda. Kadın gözden kayboldu o zaman. Tanrının istemediğinden de çok gözyaşı döktüm. Sonsuz kente çıktım. Ey yorgunluk! Sağır gecede ve mutluluktan firarda boğulmuş. Dünyayı kar altında soluksuz bırakmak isteyen o kış gecelerinden biriydi sanki. Haykırıp ''nerelerde o kadın?'' diye sorduğum dostlar doğruyu söylemiyordu. Onun geçtiği yere bakan pencerelerin önündeydim her akşam: kefenli bir bahçede koşuyordum. İttiler beni. Sonsuz gözyaşları döktüm bütün bunlara. Sonunda toz dolu bir yere indim ve çatılar üzerine oturdum. Ve bu geceyle tükenmeye bıraktım bütün gözyaşlarını gövdemin. ?Yine de yıkılmışlığım hiç terk etmedi beni. Anladım ki günlük yaşamını sürdürüyordu o; ve iyiliğin aynı yere dönmesi bir yıldızın dönmesinden daha uzun zaman alıyor. Dönmedi ve dönmeyecek odama gelmiş olan o Tapılası Kadın, ?hiç ummadığım bir şey. Gerçek, bu kez, dünyanın bütün çocuklarından daha fazla ağladım.
- Taraçanın üstünde dua eden ermişim, ?Filistin denizine doğru otlayan uysal hayvanlar gibiyim. Bilginim karanlık koltuktaki. Sıçrıyor dallar ve yağmur kitaplığın penceresine. Yayasıyım büyük yolun; bodur ormanlardan geçen bentlerin uğultusu adımlarımda. Bakıp duruyorum batan güneşin üzgün, altın arınmışlığına. Yüksek denize uzanan dalgakıranın üstünde, terk edilmiş çocuk bendim ve o küçük uşaktım alnı güneşe değen ağaçlı yolu izleyen. Dağ yolları taşlı. Tepeler katırtırnaklarıyla kaplı. Dal kıpırdamıyor. Kuşlar ve kaynaklar ne kadar uzak! Yürüyorum, belki de dünyanın sonundayım. Kiralasınlar bana, çizgileri çimentodan, kabartma, bu kireçle badanalanmış mezarı ?yeraltında, uzaklardaki. Dirseklerim masada oturuyorum, gür bir ışıkla lamba ışıtıyor aptalca sevdiğim günceleri, bu ilgisiz kitapları.- Yeraltı salonumun üstünde, sonsuz bir uzaklıkta kurulmuş evler, sisler yoğunlaşıyor. Çamur kırmızı, belki de kara. Canavar kent, sonsuz gece! Az yukarda lağımlar. Yanlarda yer kürenin dolgun iç çeperleri. Belki de gök uçurumları, ateş kuyuları. Belki burda, bu düzlemde buluşuyor aylar ve kuyruklu yıldızlar, denizler ve masallar. Safir, maden küreler düşlüyorum acı saatlerinde. Sessizliğin ustasıyım. Şu görünen küçük ışık neden sararıp solun tonozun köşesinde?
- (Gidiş) Görüldü yeteriyle. Görüntü var oldu bütün hallerde. Edinildi yeteriyle. Kentlerin uğultuları, akşam ve güneşte ve her zaman. Tanındı yeteriyle. Yaşamın durakları. ?Ey Uğultular ve Görüntüler! Gidiş yeni şefkat ve yeni gürültünün içinde.