Kış geldi çoktan. Önce günler kısaldı. Işık dağların ardında daha çabuk kaybolur oldu. Sokak lambaları yandığında, henüz akşam ezanı okunmamış; ama çarşıdaki dükkanların çoğu kapanmış, şehre sessizlik çökmüş oluyor. Sanki her yıl akşam biraz daha çabuk iniyor, el ayak daha erken çekiliyor. Ya dağlar yükseldi ya da güneş küstü. Mürşit iyi ki Madenci geldi diye düşünüyor, iyi ki ev tutmaya kalmadı. Burada, onun bu hazin, bu acıklı otelinde kalıyor. İçinde kaynasan, çarpışan kelimeler sese dönüşüp bir yere varabiliyor böylece. Yazmayı başaramadığı sözlerin bir dinleyeni var artık. Kelimeleri özgürlüğe kavuştu. Madenci'yle tanışana kadar yaz kış, avludaki çardağın altına koyduğu muşamba kaplı masada tek başına içerdi. Çevresinde konuşmaya değer birini bulamadığı için kelimeler beyninde kanatlı böcekler gibi uğuldardı. Artık birlikte iciyorlar. Rakı alma işini sıraya bindirdiler, yetmislik siseyi bir gece biri alıyor, bir gece öbürü. Madenci'nin maaşı iyi, para biriktirmeye de niyeti yok, her gece masaya plastik kap içinde kebap koyuyor, Mürşit'e dd plastik bir çatal uzatıyor. Ama Mürşit yiyemiyor, içi almıyor. Yiyeceği her lokma sanki onu hayata bağlayacakmış gibi geliyor, oysa bağlanmak istemediği şey hayat.
Diğer Ayfer Tunç Sözleri ve Alıntıları
- Bir soğuk gazoz içerken 'Ne kitabı yazabilirim?' diye düşünmeye başladı. Son günlerde eline geçen kitapları hatırladı. Şöyle bir karıştırıp bıraktığı tarih kitapları, kendisine gönderilen bilimsel çalışmalar, yeni yeni moda olmaya başlayan kişisel gelişim kitapları vesaire. Bir kitap yazmalıydı da, ne hakkında olmalıydı? Bilemedi.
- Amerika'da sanat okumak yeni trenddi; onların da bundan geri kalmaya niyetleri yoktu. İkisinin de derdi oyuncu, olmadı yönetmen, olmadı sanat yönetmeni, o da olmadı reklamcı olmak; bir şekilde kreatif bir mesleğin majör figürleri arasında yer almaktı.
- En iyi durumda bile ömür boyu iğnenin izlerini taşıyacaktım sırtımda. Bu yeterince kötüydü gerçi ama asıl canımı sıkan şey başkaydı. Bana nasıl davranmaları gerektiğini bilememeleri beni endişelendiriyordu. Tavır ve konuşmalarında belli ediyordu bu kendini. Kararsız, rahatsız, ama bir yandan da ilgisiz ve sıkılmış bir halleri vardı. Yaptıkları şey umurlarında değildi. Bir şey yapmaları gerekiyordu -herhangi bir şey- çünkü bir şey yapmamak mesleğe aykırıydı.
- "Bütün gün yatakta kalmanın nesi hoş?"
"Kimseyi görmek zorunda kalmıyorsun." - İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?
Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz.
Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?
Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.
İyi ya boş değildi kucağım.
Ama yandınız, kül oldunuz.
Ama vardım, kül bunun kanıtı. - "Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile, iz kalan yer acıyordu."
- "Başka türlü olamazmıydı?" Soru eki mi bitişik olmalı. Ayrı yazarsam gözüne batar. Scotland Yard'da filan mesleki görgü bilgi arttırma kurslarına katılmış, kendisine lazım olan İngilizce'yi iyi kötü kıvırmıştır Uluçmüdürüm. Ama Türkçesi zayıftı. Hem köküne kadar milliyetçidir bunlar, hem kendi dillerini bilmezler. Ayrı yazarsam cümlede bir tuhaflık olduğunu hissine kapılır. anlam yerini bulamayabilir. Eğer dilbilgisi sağlamsa (değildir ya) hoşlanmaz. Bu türden iktidarlı ilişkilerde kadınca marifetlerin dışında, kadının erkekten daha iyi bildiği hiçbir şey olmamlıdır. Olsa bile kadın asla belli etmemelidir. İktidar her yerdedir, her andadır. Sözcüğün içinde, anlamın kenarında, doğasında, dilbilgisinin ayrıntısındadır. (Tanrım deliriyorum).
- Eskiden cankurtaran denirdi, ambulans demek yeni âdet oldu. Cankurtaran ne güzel sözcüktü oysa...
- İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?
Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz.
Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?
Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.
İyi ya boş değildi kucağım.
Ama yandınız, kül oldunuz.
Ama vardım, kül bunun kanıtı. - "Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile, iz kalan yer acıyordu."