JULIAN BARNES, Yazar, UK-1989, TR-1999, Ayrıntı Yayın, Çeviri: Özden Arıkan, 320 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2013/11/julian-barnes-10-12-bolumde-dunya.html
-Nuh'un güvercinini kollayıp, gönderdiği kuzgunu niye sormuyorsunuz?
-Tutsak hayvanlar, bir süre sonra zindanına ve zindancısına bağlanır.
-Kötü şeyleri görmezden gele gele kötü şeylerin yapılmadığını sanmaya başlıyorsunuz.
-Suçu birine yıkamıyorsanız, zaten sorun da yoktu demeye başlıyorsunuz.
-Kırlangıçlar 16.yy.da kilise tarafından aforoz edilmişlerdir (yuvaları ve pislikleri nedeniyle).
-Etrafta anlatılacak biri yoksa, iyi bir öykü de olamaz.
-Günümüzde bir yerlerde bir nükleer santral patlasa, bir yıla kalmaz New York veya Londra gibi büyük bir kentte, felaketin sanatsal sahnelenmesine şahit oluruz; artık felaketler, belki de sanat üretmeye yarıyor.
-Aşağıdaki resmin gizemi, taşıdığı enerjide yatar. Gericault'un MEDUSA'NIN SALI resmindeki bayrak sallayanlar umudu, ölüler umutsuzluğu, boşluğa bakan ihtiyar ise kayıtsızlığı simgeler gibidir. Güneşin doğması/batması ve minicik geminin gelmekte veya gitmekte olması, bakan kişiye bırakılmıştır (Resim, 1816'da batan bir gemi ve dehşet verici gerçek öyküsüne binaen 1818-19'da Gericault tarafından çizilmiştir) .
-BÜYÜK MEYVELERİN KENARLARINDA, PAYLAŞABİLMEMİZ İÇİN DİKEY ÇİZGİLER VARDIR.
-İdealistin ilahi amaç, iyilik dolu düzen ve adalet bulduğu bu dünyada, Materyalist kaos, rastlantı ve kötülükleri gözler.
-Naziler döneminde 937 Yahudi ile Almanya'dan yola çıkan St.Louis gemisinin hiçbir ülkenin limanına kabul edilmediği, iyi düşünülmesi ve unutulmaması gereken bir gerçekliktir.
-Söylediklerimizi duyana dek, ne düşündüğümüzü tam olarak bilemeyiz.
-Galiba insanoğlu, cennetin ne olduğunu tam olarak bilseydi, bu kadar istemeyebilirdi.
Diğer Julian Barnes Sözleri ve Alıntıları
- JULIAN BARNES, Yazar, UK-2011, TR-2013, Ayrıntı Yayın, Çeviri: Serdar Rıfat Kırkoğlu, 150 sf.
2011 MAN BOOKER ÖDÜLÜ
http://www.kitabinomurgasi.com/2013/09/julian-barnes-bir-son-duygusu-roman.html
-EVLİLİK, başlangıçta pudingin servis edildiği uzun ve sıkıcı bir yemektir.
-Aslında vasatı küçümseriz ama istatistiksel olarak vasata dahil olma şansımızın çok yüksek (bilime göre %95) olduğunu bilmeden veya unutarak yaparız bunu; İngiltere'de yapılan bilimsel çalışmada, araba sürücülerinin %95'inin (gerçeğin tam tersi), kendilerini vasatın üstünde sürücü olarak tanımlamaları, bu kibrimizin en önemli itirafıdır.
-Lisedeyken kol saatlerimizi yüzü bileğimizin içine dönük gelecek şekilde takardık. Zamanı kişisel, hatta gizli bir şey gibi duyumsamamızı sağlıyordu.
-Birine SORUMLULUK YAKIŞTIRMA meselesi bir çeşit kaçamak, diğer HERKESİ suçlanmaktan kurtarmak değil mi? Bazen de TARİHSEL SÜRECİ suçlamayı, BİREYLERİ temize çıkarmanın bir yolu olarak kullanıyoruz.
-İngiliz orta sınıflarının sözde rafine SOSYAL DARWİNİZMİ her zaman ÖRTÜLÜ kalıyor; İngilizlerin CİDDİ OLMA konusunda CİDDİ OLMAMALARINDAN ise nefret ediyorum.
-Bir kız arkadaş edinmeyi BAŞARAMAMA deneyimi bile, hiç denememiş olmaya üstündür; bunun getireceği aşağılanma duygusu, genel bilgilerimize birşeyler ekler, bize negatif anlamda böbürleneceğimiz bir şey verir. Bir AŞK deneyimi ise, başarısızlıkla sonuçlansa bile (belki de özellikle başarısız sonuçlandığında) yaşama geçerlilik kazandıran, onun yaşanmaya değer olduğunu doğrulayan bir vaadi içerir.
-Çoğu kez en kuşkulu olan şey, geleceği göz önünde tutarak yapılan bir beyandır.
-Şairler, romancılar gibi malzemelerini tüketmezler; çünkü malzeme denilen şeye aynı şekilde bağımlı değildirler.
-TARİH, kazananların yalanlarıdır; ama aynı zamanda yenilenlerin özyanılsamaları olduğunu hatırladığın müddetçe. Belki de kazanmamış ve yenilmemiş olan hayatta kalanların anılarıdır. Diğer yandan, burnunuzun dibinde yaşanan tarihin en açık seçik olması gerekirken, en çok uçucu olması paradoksaldir.
-Bizim gençliğimizde, bir kızdan ne kadar çok hoşlanırsanız ve onunla ne kadar iyi uyum sağlarsanız, cinsellik şansınız o kadar azalmış gibi görünürdü.
-Yaşamın istenmeden bağışlanmış bir armağan olduğunu düşünen insanın, hem yaşamın doğasını hem de bu doğanın birlikte geldiği koşulları incelemek için felsefi bir görevi vardır.
-Zeki ve güçlü mizaçlı biri MANTIKLI-MATEMATİKSEL düşünür ve hareket eder, beynini bir atletin kaslarını kullanması kadar kolay kullanır, ışığa daha büyük ışığa ulaşmak amacıyla yönelir; çoğu insan ise İÇGÜDÜSEL bir karar verir, sonra onu doğrulamak için akıl-yürütme geliştirir ve sonucuna da SAĞDUYU der.
-Gerçekçilik diye adlandırdığımız durumlar, olan bitenle yüzleşmek yerine sonunda olanlardan kaçmanın bir yolu olsa gerek.
-Yaşınız ilerledikçe, yaptıklarınızın liyakati olan ödüllendirmenin hayatın işi olmadığını anlamaya başlarsınız; hayatın sunduğu varyasyonlar acınacak ölçüde sınırlılaşır; zemini kaybetmemek için inatçılık artar; ama sadece gözler değil, içgüdüsel jestler, çok sayıda davranış tarzı ve kemik yapısı ise aynı kalır.
-Gençlikte kendimize farklı gelecekler yaratırız, yaşlandığımızda ise başkaları için farklı geçmişler uydururuz.
-Kendi hayat hikayemizi ne kadar sık anlatırız, ne kadar sık düzeltmeler, güzelleştirmeler, kesintiler yaparız; Aslında kendimize anlattığımız bir hikayedir bu. - JULIAN BARNES, Yazar, UK-1989, TR-1999, Ayrıntı Yayın, Çeviri: Özden Arıkan, 320 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2013/11/julian-barnes-10-12-bolumde-dunya.html
-Nuh'un güvercinini kollayıp, gönderdiği kuzgunu niye sormuyorsunuz?
-Tutsak hayvanlar, bir süre sonra zindanına ve zindancısına bağlanır.
-Kötü şeyleri görmezden gele gele kötü şeylerin yapılmadığını sanmaya başlıyorsunuz.
-Suçu birine yıkamıyorsanız, zaten sorun da yoktu demeye başlıyorsunuz.
-Kırlangıçlar 16.yy.da kilise tarafından aforoz edilmişlerdir (yuvaları ve pislikleri nedeniyle).
-Etrafta anlatılacak biri yoksa, iyi bir öykü de olamaz.
-Günümüzde bir yerlerde bir nükleer santral patlasa, bir yıla kalmaz New York veya Londra gibi büyük bir kentte, felaketin sanatsal sahnelenmesine şahit oluruz; artık felaketler, belki de sanat üretmeye yarıyor.
-Aşağıdaki resmin gizemi, taşıdığı enerjide yatar. Gericault'un "MEDUSA'NIN SALI" resmindeki bayrak sallayanlar umudu, ölüler umutsuzluğu, boşluğa bakan ihtiyar ise kayıtsızlığı simgeler gibidir. Güneşin doğması/batması ve minicik geminin gelmekte veya gitmekte olması, bakan kişiye bırakılmıştır (Resim, 1816'da batan bir gemi ve dehşet verici gerçek öyküsüne binaen 1818-19'da Gericault tarafından çizilmiştir) .
-BÜYÜK MEYVELERİN KENARLARINDA, PAYLAŞABİLMEMİZ İÇİN DİKEY ÇİZGİLER VARDIR.
-İdealistin ilahi amaç, iyilik dolu düzen ve adalet bulduğu bu dünyada, Materyalist kaos, rastlantı ve kötülükleri gözler.
-Naziler döneminde 937 Yahudi ile Almanya'dan yola çıkan St.Louis gemisinin hiçbir ülkenin limanına kabul edilmediği, iyi düşünülmesi ve unutulmaması gereken bir gerçekliktir.
-Söylediklerimizi duyana dek, ne düşündüğümüzü tam olarak bilemeyiz.
-Galiba insanoğlu, cennetin ne olduğunu tam olarak bilseydi, bu kadar istemeyebilirdi. - JULIAN BARNES, Yazar, (Man Booker Ödülü sahibi -"Bir Son Duygusu" kitabı ile-) UK-2013, TR-2013, Ayrıntı Yayın, Çeviri: Serdar Rıfat Kırkoğlu, 94 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2014/03/julian-barnes-hayat-duzeyleri-roman.html
***Yazar(1946- ), beyin tümöründen kaybettiği eşini (Patricia Zeytin Kavanagh; 1940-2008) düşünerek 4 yıl sonra yazdığı bu kitapta, duygularını, özellikle kitabın son bölümü olan DERİNLİK KAYBI'nda dile getirmiştir***
YÜKSEKLİK GÜNAHI:
-Daha önce bir araya getirilmemiş iki şeyi bir araya getirirsiniz. Ve dünya değişir. İnsanlar bunu o zamanlar fark etmeyebilirler ama bu önemli değildir. Dünya yine de değişmiştir.
-Balonculuk ÖZGÜRLÜĞÜ simgeliyordu; ne var ki rüzgarın ve havanın kuvvetlerine boyun eğmiş olan bir özgürlüktü bu. Baloncular çoğunlukla hareket mi ettiklerini yoksa yerlerinde mi durduklarını, irtifa mı kazandıklarını yoksa irtifa mı kaybettiklerini bilmiyorlardı. Balonculuğun ilk günlerinde, ellerinde bulunan bir avuç dolusu tüyü aşağı atarlardı, eğer balon aşağı iniyorsa bu tüyler yukarı doğru uçar, tersine, yükseliyorlarsa aşağı inerdi. Sonraları, tüy yerine yırtılmış gazete kağıdı şeritleri kullanıldı.
-İrtifa, "her şeyi görece orantılarına ve HAKİKAT'e indirgemektedir". Kaygılar, pişmanlık ve tiksinti, yabancı şeyler olup çıkar: "Kayıtsızlık, horgörü, unutkanlık, nasıl da kolayca kaybolur...ve bağışlamacılık ağır basar." Bir BARIŞ keşfedilir, YÜKSEKLİK AHLAKİdir. Kendimize uzaklardan bakmak, öznel olanı birdenbire nesnel kılmak: bu bizde psişik bir şok yaratır. Victor Hugo, havadan ağır araçlarla gerçekleştirilen uçuşların demokrasiye götüreceğine inanırdı: "Geo, Demos olacak" demişti.
-...hapishaneleri onaylamazdı ve jürilerin, "Suçlu mu?" diye değil, "TEHLİKELİ Mİ?" diye sormaları gerektiğini düşünürdü.
-Belki de dünya olgunlaşarak değil, sürekli YENİYETMELİK durumunda kalarak, heyecanlı keşifler yaparak ilerliyor.
-...değişimin önüne geçilemez, insan KENDİNİ YAPMADAN kalamaz.
DÜRÜSTLÜK ZEMİNİ:
-Daha önce bir araya gelmemiş iki insanı bir araya getirirsiniz ve dünya bazen değişir, bazen de değişmez. Düşüp yanabilirler yada yanıp düşebilirler. Ama bazen, yeni bir şey yaratılır ve sonra da dünya değişir. Birlikte, o ilk büyük heyecan içinde, yükseklere çıkma duygusunun o ilk coşkusu içinde, iki ayrı benliklerinden daha büyüktürler. Birlikte, daha öteyi görürler ve daha açık bir şekilde görürler.
-Yerdekiler olarak, kimi zaman tanrılara kadar erişebiliriz. Bazıları SANATLA yükseliyor havaya, bazılarıysa DİNLE; çoğu AŞKLA. Ama havaya yükseldiğimizde, aynı zamanda düşebiliriz. Çok az yumuşak iniş vardır.
-Her aşk hikayesi potansiyel bir keder hikayesidir. Eğer önce değilse, daha sonra. Biri için değilse, öteki için. Bazen her ikisi için. Peki, o zaman niçin sürekli aşka özlem duyuyoruz? Çünkü AŞK, HAKİKATLE BÜYÜNÜN BULUŞMA NOKTASI.
-Hayatta bohem ya da serüvenci olabilirsiniz ama hayat yolunda yürüyebilmek için, ona karşı ayak direseniz bile -ona karşı ayak direrken bile- bir ORTAK MOTİFİN, bir düzenin size yardımcı olmasının peşinde koşarsınız.
-Eğer DÜRÜST olmak ISTIRABA KARŞI BİR KALKAN oluşturamıyorsa, o zaman belki de BULUTLARIN İÇİNDE OLMAK daha iyidir.
DERİNLİK KAYBI
-Daha önce bir araya getirilmemiş iki kişiyi bir araya getirirsiniz. Bu bazen, ateşle çalışan bir balonu bağlamanın ilk deneyinde olduğu gibi bir şeydir: Yere çakılıp yanmayı mı yeğlersiniz yoksa yanıp yere çakılmayı mı? Ama bazen de başarılı olur ve yeni bir şey yaratılır, dünya değişir.
-Abu Klea Muharebesi'nden (1885;Sudan) sonra, "zorunluluk gereği, gömülmeden bırakılmış ölü Araplardan oluşan çok büyük yığınlar" vardı. Ancak incelenmeksizin bırakılmış yığınlar değil. Her birinin kolunda, Mehdi tarafından yazılmış bir duayı içeren deri bantlar vardı: Mehdi askerlerine bu duaların İngiliz kurşunlarını suya çevireceğinin sözünü vermişti. AŞK da bize benzer bir İNANÇ ve YENİLMEZLİK DUYGUSU verir. Ve bazen, belki de sıklıkla başarılı olur.
-Hayatın ilk yıllarında, dünya kabaca, seks yapmış olanlarla yapmamış olanlar arasında ikiye bölünür. Daha sonra, aşkı tanımış olanlarla, tanımamış olanlar arasında. Daha sonra da -en azından şansımız varsa (ya da öte yandan, şanssızsak)- kedere katlamış olanlarla, katlanmamış olanlar arasında. Bu bölünmeler mutlaktır, geçtiğimiz DÖNENCELERdir.
-KEDERLER birbirini açıklamazlar ama örtüşebilirler. Bu yüzden kedere kapılanlar arasında GİZLİ BİR ORTAKLIK vardır.
-Kederin, kedere kapılanların çevresindeki kişileri nasıl da ayıklayıp yeniden sıraya dizdiğini çabucak anladım: Dostların nasıl sınavdan geçirildiğini, bazılarının sınavı geçtiğini, bazılarının kaldığını. Eski DOSTLUKLAR PAYLAŞILMIŞ ÜZÜNTÜYLE DERİNLEŞEBİLİR ya da BİRDENBİRE HAFİF bir görünüm alabilir. Gençler orta yaşlılardan daha başarılı, kadınlar da erkeklerden. Bu, insanı şaşırtmamalı ama şaşırtıyor. Ne de olsa, size yaşça, cinsiyetçe ve medeni durum açısından en yakın olanların durumu daha iyi anlayacağını beklersiniz. Ne büyük SAFDİLLİK!
-Bazıları ölmüş olan, hayatını kaybederek onlara ihanet etmiş olan kişiye kızıyor. Bundan daha akıldışı ne olabilir ki? Çok az kişi İSTEYEREK ölür, hatta İNTİHAR edenlerin çoğu bile.
-Hayatımda şayet "kötü bir şey" olacak olursa ne yapabilirim diye hayal etmiştim zaman zaman. Fransa'yı bir baştan bir başa tek başıma yürüyecektim ya da bu yapılamayacak gibi görünüyorsa, onun bir köşesini, özel olarak da CANAL DU MIDI boyunca, Akdeniz'den Atlantik'e kadar olan bölümü YÜRÜMEYE niyetliydim.
-Onu (eşi) bir daha görmeyeceğim, duymayacağım, dokunmayacağım, kucaklamayacağım, dinlemeyeceğim, birlikte gülmeyeceğim; bir daha asla ayak seslerini beklemeyeceğim, açılan bir kapı sesine gülümsemeyeceğim, vücudunu benimkine, benimkini onunkine uydurmayacağım.
...Kimi zaman insan en büyük KAYBEDENİN HAYATIN KENDİSİ olduğu duygusuna kapılıyor; gerçek yaslı olan hayat, çünkü artık karımın o GEMLENEMEZ MERAKINA konu olmuyor.
-...onu AHLAKEN de ÖZLEDİĞİMİ keşfettim.
...eğer etkilerinde ahlaki değilse, o zaman hazzın abartılı bir biçiminden başka bir şey değildir AŞK.
...Karımla birlikte değil de onsuz, muhtemelen nasıl daha iyi bir kişi olabilirdim ki ben?
-Keder, ZAMANI, onun uzunluğunu, dokusunu, işlevini yeniden biçimlendirir. Uzamı da yeniden biçimlendirir keder. Yeni bir haritası çıkarılmış YENİ BİR COĞRAFYAYA adım atmışsınızdır. Nirengi noktalarınızı, "Kayıp Çölü'nü (rüzgarsız), Kayıtsızlık Gölü'nü (kurumuş), Yeis Irmağı'nı, Kendine Acıma Bataklığı'nı ve (yeraltındaki) Bellek Mağaraları'nı gösteren" şu on yedinci yüzyıl haritalarının birinden alıyor gibisinizdir.
Bu "yeni-bulunmuş-toprak"ta, DUYGUNUN ve ISTIRABINKİ dışında hiçbir hiyerarşi yoktur.
-TANRI'yı öldürdüğümüzde (Nietzsche) ya da sürgüne gönderdiğimizde, KENDİMİZİ de öldürdük. Buna o zamanlar yeterince dikkat ettik mi? Tanrı olmayınca, ÖLÜMDEN SONRA HAYAT YOK, BİZ YOKUZ. Onu öldürmekte haklıydık, bu kadim dostumuzu. Zaten ölümden sonra hayatlarımız da olmayacaktı. Ama üzerinde OTURDUĞUMUZ DALI KESTİK biz. Oradan, o yükseklikten görünen manzara- sadece bir manzaranın yanılsaması olmasına karşın- o kadar da fena değildi.
Tanrı'nın yüksekliğini kaybedip teknolojininkini kazandık; ama aynı zamanda derinlik kaybettik. Bir zamanlar, uzun zamanlar önce, ölülerin hala yaşadığı Yeraltı Dünyası'na inebiliyorduk. Şimdiyse o METAFORU YİTİRDİK, sadece sözcük anlamında aşağılara inebiliyoruz: Yerin dibinde derin çukurlar, mağaralar keşfederek. YERALTI DÜNYASI yerine YERALTI.
RÜYALARDA hala aşağılara inebiliriz. Ve BELLEĞİMİZİ ÇALIŞTIRARAK inebiliriz.
-Bir insanın MİZACINI, ARKADAŞLARINA ya da EŞİNE bakarak söyleyebilirsiniz.
...En büyük MUTLULUĞUN her zaman en büyük UYUMDAN geleceğine inanıyorum (O. Redon'dan).
...SOHBETİ SÜRDÜRMEK için evlenirsiniz (F.M. Ford'dan). Ölümün bunu engellemesine niye izin vermeli? Keder dönencesinden geçmemiş olanların çoğu kez anlayamayacağı bir şey bu: Birisinin ölmüş olmasının, bu kişinin canlı olmadığı anlamına gelmesi ama VAR OLMADIĞI ANLAMINA GELMEMESİ.
BU YÜZDEN ONUNLA SÜREKLİ KONUŞUYORUM. Kayıp özel dilimizi canlı tutuyorum. Yabancılar bu konuşmaları eksantrik ya da "HASTALIKLI" yahut kendini aldatmaya yönelik bir alışkanlık olarak görebilirler; ama yabancılar tanımları gereği kederi tanımamış olanlardır.
Kederin paradoksu: Yokluğu ile geçen dört yıldan sağ çıkabildiysem, onun mevcudiyetiyle geçen dört yıl yaşadığım için çıkabildim.
-Gençlikte söylenen "Aşkı Aceleye Getiremezsin" şarkı nakaratı, yaşlılara "KEDERİ ACELEYE GETİREMEZSİN" şeklinde uyarlanabilir.
-KEDERİ bir tek ÇALIŞMA ve ZAMAN yatıştırabilir (Psikiyatr Dr.Johnson'dan)
-AŞK bir bakıma ölüme hazırlanmak demek. Öldüğünde, aşkınızda haklı çıktığınızı hissediyorsunuz... Arkadan çılgınlık geliyor. Ve sonra tek başınalık... Bir iş kadar düzenli bir sefalet bu yalnızca...[İnsanlar size şöyle der]: Bu kötü durumdan çıkacaksınız...gerçekten çıkacaksınız doğrudur bu...ama MAZOT KATMANINA BATMIŞ BİR MARTI gibi çıkacaksınız. HAYAT KARŞISINDA TÜYLERİNİZ KATRANA BULANMIŞTIR (Yazarın, 30 yıl önce, bir romanda 60 yaşında dul kalan bir erkek için yazdıklarından alıntısı).
-ONUN SİZİN YAŞAMANIZI İSTEYECEĞİ GİBİ YAŞAMAYI SÜRDÜRMEK (belki de yapılması gerekendir). - İnanırsanız ve Tanrı'nın varolduğu ortaya çıkarsa, kazanırsınız. İnanırsanız ve Tanrı'nın varolmadığı ortaya çıkarsa, kaybedersiniz; ama inanmamayı seçtiğiniz durumda kaybedeceklerinizin yarısını bile kaybetmezsiniz, tabii ölümünüzden sonra Tanrı'nın gerçekten de varolduğunu keşfetmek üzere. Bu, belki bir argümandan çok Fransız diplomasi görevlilerinin benimseyeceği türden kendi çıkarlarını kollamaya yönelik bir tutum almaya benziyor; Tanrı dürüst kuşkucuyu, dalkavuk bir talih oyuncusuna yeğleyebilirdi.
- Peki nasıl hissediyorsunuz kendinizi? Sanki birkaç yüz fit'lik bir yükseklikten düşmüş de her şeyin bilincinde olarak, önce ayaklarınızı, bir gül tarhına çarpmanın verdiği ivmeyle dizlerinize kadar toprağa saplanmış sonra da bunun yarattığı şok iç organlarınızı paramparça edip dışarı dağılmasına yol açmış. İşte aynen böyle hissediyor insan, niye daha farklı hissetsin ki?
- Pascal'in bahsi son derece yalındır. İnanırsanız ve Tanrı'nın varolduğu ortaya çıkarsa, kazanırsınız. İnanırsanız ve Tanrı'nın varolmadığı ortaya çıkarsa, kaybedersiniz; ama inanmamayı seçtiğiniz durumda kaybedeceklerinizin yarısını bile kaybetmezsiniz, tabii ölümünüzden sonra Tanrı'nın gerçekten de varolduğunu keşfetmek üzere. Bu, bir argümandan çok Fransız diplomasi görevlilerinin benimseyeceği türden kendi çıkarlarını kollamaya yönelik bir tutum almaya benziyor.
- "Korkuyor musun? Eğer korkuyorsan, o zaman sadece Tanrı'yı düşünmelisin" diyordu. Çocuklar, tamı tamına, karanlık bir korudaydılar. Hadi, inanın! Hiç zararı yok ve herhalde zararı da olmadı. Varolmayan bir Tanrı sizi, varolan kurtlardan ve ayılardan (ve de dişi arslanlardan) koruyamasa bile, en azından varolmayan orman cinlerinden, perilerinden ve ifritlerinden koruyacaktır.
- Goethe, ölümden sonra yaşam konusunda hep son derece kuşkucu davranmıştı. Ölümsüzlükle ilgilenmenin aylak zihinlerin bir meşgalesi olduğunu düşünüyordu, ölümsüzlüğe çok fazla inananlarsa kendilerini çok fazla yücelten kişilerdi. Bu meseleye yaklaşımındaki eğlenceli ve pratik duruş şundan ibaretti: Eğer bu yaşamdan sonra bir başka yaşam olduğunu keşfedecek olursa, buna elbette sevinecekti; ama yeryüzündeki zamanlarını ölümsüzlüğe inançlarını ilan ederek geçiren şu sıkıcı kişilerle yüz yüze gelmemeyi bütün kalbiyle umuyordu. Onların, "Haklıydık! Haklıydık!" diye ortalığı inletmelerini duymak, öbür dünyadaki yaşamda bu yaşamdakinden daha da çekilmez olacaktı.
- Baska herkes suclanmaktan kurtulsun diye bir bireyi suçlamayi istiyoruz. Ya da tarihsel bir sureci bireyleri temize çıkarmanın bir yolu olarak suçluyoruz.
- "Hayatta bohem ya da serüvenci olabilirsiniz ama hayat yolunda yürüyebilmek için, ona karşı ayak direseniz bile ona karşı ayak direrken bile bir ortak motifin, bir düzenin size yardımcı olmasının peşinde koşarsınız..."