Endişe, arzunun nesne-nedeni eksik olduğunda ortaya çıkmaz; endişeyi doğuran şey, nesnenin eksikliği değil, nesneye fazla yaklaşmamız ve böylece eksiğin kendisini kaybetmemiz tehlikesidir. Endişe arzunun ortadan kalkmasıyla oluşur.
Diğer Slavoj Zizek Sözleri ve Alıntıları
- Heidegger günümüzde en rahatsız edici şeyin rahatsızlığın namevcutluğu, yani bütün varlığımızın krizi karşısında da yeterince rahatsız olamamamız gibi rahatsız edici bir olgu olduğunu vurgulamayı severdi.
- Matrix'in entelektüel cazibesini anlamak zor değildir: Evrensel bir tanınma sürecini tetikleyerek, bir tür Rorschach testi işlevi gören filmlerden biri değil mi Matrix?
(...)
Frankfurt Okulu yandaşları, Kulturindustrie'nin cisimleşmiş hâlini, sermayenin (doğrudan doğruya bizim iç yaşantımızı sömürüp enerji kaynağı olarak kullanarak, kendine maleden, yabancılaşan, somutlaşan) toplumsal tözünü görüyorlar Matrix'te.
New Age taraftarları ise dünyamızın World Wide Web içinde nasıl ete kemiğe bürünmüş bir küresel zihnin yarattığı seraptan ibaret olduğuna ilişkin spekülasyonların kaynağını görüyorlar.
Bu silsile Platon'un Devlet'ine kadar uzar gider: Matrix tam da Platon'un mağara düzenini (esir haldeki sıradan insanlar, oturdukları yere çakılı vaziyettedirler ve gerçeklik diye tav oldukları şeyin gölge gösterisini izlemek zorundadırlar) tekrar etmiyor mu?
Önemli ayrım, bazılarının mağara belasından kurtararak kendisini Dünya yüzeyine atar atmaz orada bulduğu şeyin Güneş ışınları, yani en yüksek İyi tarafından aydınlatılan parlak bir yüzey değil, "gerçeğin ıssız çölü" olmasında yatıyor elbette.
Buradaki anahtar karşıtlık, Frankfurt Okulu ile Lacan arasındaki karşıtlıktır: Kültür ve öznelliği sömüren Sermaye metaforu içinde tarihselleştirmeli miyiz Matrix'i, yoksa o bir simgesel düzenin kendisinin somutlaşması mıdır?
Peki, tam da bu karşıtlık seçeneğinde bir yanlışlık varsa? Ya simgesel düzenin "kendisi"nin o sanal karakteri, tam da tarihselliğin bir koşuluysa? - ZİZEK'TEN NÜKTELER
SLOVOJ ZIZEK, Filozof, PhD, Prof, ING-2014, TR-2014, Encore Yayın, Çeviri: Erkal Ünal, 137 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2014/11/slavoj-zizek-zizekten-nukteler.html
-1930'ların ortalarında Bolşeviklerin Politbüro'sunda hararetli bir tartışma dönüyordu: Komünizmde PARA olacak mıdır olmayacak mıdır? SOLCU Troçkistler PARANIN OLMAYACAĞINI, çünkü paraya yalnızca mülkiyetli toplumlarda ihtiyaç duyulduğunu, Buharin'in SAĞCI taraftarları ise komünizmde elbette PARA OLACAĞINI, çünkü karmaşık toplumun ürünlerinin mübadelesini düzenlemek için paraya gereksinim olduğunu iddia ediyordu.
En sonunda, STALİN yoldaş devreye girip Solcu ve Sağcı sapmaların her ikisini de reddettikten sonra, HAKİKATIN KARŞITLARIN ÜST BİR DİYALEKTİK SENTEZİ olduğunu iddia etmişti.
Diğer Politbüro üyeleri ona bu sentezin NASIL bir şey olduğunu sorduğunda, Stalin sakince şu cevabı vermişti: "PARA OLACAK VE PARA OLMAYACAK. BAZILARININ PARASI OLACAK, BAZILARININSA PARASI OLMAYACAK."
-Derrida'nın da bayıldığı eski Yahudi fıkrasını hatırlayalım. Sinagogda bir araya gelen bir grup Yahudi, Tanrı'nın gözünde HÜKÜMSÜZ olduklarını alenen KABUL ediyormuş.
Önce, bir HAHAM ayağa kalkıp "Ey Tanrım, değersiz olduğumu, bir HİÇ OLDUĞUMU biliyorum!" demiş.
Sonra, ZENGİN bir işadamı ayağa kalkıp kendini paralarcasına şöyle demiş: "Ey Tanrım, ben de değersizim, kafasını MADDİ zenginliklere takmış birisiyim, BİR HİÇİM!".
Bu gösteriden sonra, sıradan bir FAKİR ayağa kalkıp "Ey Tanrım, ben BİR HİÇİM..." demiş.
Zengin işadamı hahamın koluna vurup kulağına KÜÇÜMSEYİCİ bir dille şunları fısıldamış: "BU NE KÜSTAHLIK! BU HERİF KİM OLUYOR DA BİR HİÇ OLDUĞUNU SÖYLEME CÜRETİNİ GÖSTEREBİLİYOR!"
-Rumen komünist yazar Panait İstrati büyük tasfiyelerin yapılıp göstermelik mahkemelerin düzenlendiği 1930'ların ortalarında Sovyetler Birliği'ne gittiğinde, DÜŞMANLARA ŞİDDET UYGULAMA konusunda kendisini ikna etmeye çalışan bir Sovyet yetkil ona şu deyişi hatırlatmış: "YUMURTALARI KIRMADAN OMLET YAPAMAZSIN".
İstrati ise şu özlü cevabı vermiş: "KIRILMIŞ YUMURTALARI GÖREBİLİYORUM. PEKİ AMA OMLETİNİZ NEREDE?"
IMF'nin dayattığı KEMER SIKMA ÖNLEMLERİ konusunda da aynı şeyi söylemeliyiz. YUNANLARIN şunu demeye hakkı olduğundan hiç ama hiç şüphe etmemeliyiz: "Eyvallah, AVRUPA'NIN TAMAMI İÇİN YUMURTALARIMIZI KIRIYORUZ, PEKİ AMA BİZE VAAT ETTİĞİNİZ OMLET NEREDE?"
-İYİ-KÖTÜ-İYİ HABER şeklindeki tüm üçlüyü kapsayan ÖNCE İYİ HABER/SONRA KÖTÜ HABER şeklindeki TIP ŞAKASININ hayli zalim bir versiyonu, NİHAİ "UZLAŞI"YI içeren Hegelci üçlüyü işe yarar bir şekilde gözler önüne serer:
Karısı uzun ve riskli bir ameliyat geçirdikten sonra, kocası doktora yanaşmış ve sonucu öğrenmek istemiş. Doktor şöyle cevap vermiş: "Karınız HAYATTA, muhtemelen sizden daha uzun yaşayacak. Ama bazı KOMPLİKASYONLAR var: Anal kaslarını artık kontrol edemeyecek, dolayısıyla dışkı anüsten devamlı akıp duracak; vajinasından da kötü kokan pelte akacak, dolayısıyla hiç seks yapılamayacak. Buna ilaveten ağzında işlev bozukluğu var ve gıdalar ağzından dışarı düşecek..."
Kocanın yüzünde giderek artan PANİK ifadesini fark eden doktor şefkatle omuzuna vurmuş haifiçe ve gülümsemiş: "Endişelenmeyin, sadece ŞAKA yapıyordum! her şey yolunda -KARINIZ AMELİYAT SIRASINDA ÖLDÜ."
-Şu eski fıkrayı biliyorsunuzdur: Bir adam kaybettiği ANAHTARINI sokak LAMBASININ ALTINDA arıyormuş. Anahtarı nerede kaybettiği sorulduğunda, KARANLIK bir köşede kaybettiğini kabul etmiş.
Peki NİÇİN orada, ışığın altında arıyormuş ki? Çünkü buradaki GÖRÜNÜRLÜK çok daha iyiymiş.
POPÜLİZM işte bu numaradan hep biraz NASİPLENİR. BELALARIN sebeplerini YAHUDİLERDE arar, zira onlar KARMAŞIK TOPLUMSAL SÜREÇLERDEN DAHA GÖRÜNÜRDÜR.
-Uşağına "şu SEFİL dilenciyi alıp götürün buradan - o kadar HASSASIM ki insanları ACI ÇEKERKEN GÖRMEK İSTEMİYORUM! diyen ZENGİN ADAMDAN bahsedilen o eski espri, HİÇ OLMADIĞI KADAR YERİNDEDİR BUGÜN.
DESPOTLUĞUN ŞİARI: Bir kuralı uygularken ASLA HATA YAPMAM, çünkü YAPTIĞIM ŞEY KURALIN KENDİSİNİ TANIMLAR.
-"Reel Sosyalizm" devrinde Polonya'da uydurulmuş meşhur bir anti-komünist fıkrayı hatırlıyoruz: "SOSYALİZM, şu ana kadar yaşanmış tüm tarihsel çağların en yüksek BAŞARILARININ SENTEZİDİR: Sınıf öncesi kabile toplumundan İLKELLİĞİ, Antik Çağ'dan KÖLELİĞİ, Asyatik üretim biçiminden DESPOTİZMİ, feodalizmden LORDLARIN serfler üzerindeki TAHAKKÜMÜNÜ, kapitalizmden SÖMÜRÜYÜ ve sosyalizmden ise ADINI almıştır..."
Aynı şey YAHUDİ DÜŞMANLARININ YAHUDİ İMGESİ için de geçerli değil midir? Zengin kapitalistlerden SERVETLERİNİ ve TOPLUMSAL KONTROLLERİNİ, cinsel özgürlükçülerden HAFİFMEŞREPLİĞİ, ticarileşmiş popüler kültür ve sarı basından KABALIKLARINI, alt sınıflardan PİSLİKLERİNİ ve KÖTÜ KOKULARINI, entelektüellerden İNCELİKLİ SAFSATALARINI ve Yahudilerdense ADLARINI almıştır.
-Kendisini DARI TANESİ sanan bir adam, hastanede tedavi edilip gönderildikten hemen sonra KAPIDAKİ TAVUĞUN kendisini yiyeceğinden korkarak geri gelir. "Dostum," der doktoru, "sen darı tanesi değil de insan olduğunu çok iyi bilyorsun." "Ben biliyorum tabii ki," diye cevap verir hasta, "PEKİ YA TAVUK BİLİYOR MU?".
YAPILMASI GEREKEN iş, ÖZNEYİ değil, TAVUKLARI (META) İKNA etmektir: METALAR hakkındaki KONUŞMA TARZIMIZI değil, METALARIN KENDİ ARALARINDA KONUŞMA TARZINI DEĞİŞTİRMEK. - SLOVOJ ZIZEK, Filozof, PhD, Prof, ENG-2009, TR-2009, Encore Yayın, Çeviri: Mehmet Öznur, 95 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2013/04/slavoj-zizek-once-trajedi-sonra-komedi.html
-2008 Krizi, politik ve İDEOLOJİK'tir; kurtarma planları ise YÜZYILIN SOYGUNU'dur. Artık krizler o kadar sık tekrarlanmaktadır ki olay Trajediden öteye geçerek KOMEDİ safhasında sahnelenmektedir.
-KAR'ın yerini KİRA (patent-telif-kullanım hakkı) almıştır (M.Hardt) ve Devlet ve Sömürü KİRA TAHSİLİ üzerinden işlemektedir.
-ÇİN devleti, ABD kapitalinin İŞÇİ SINIFI DEVLETİ'dir.
-Her yerde POSTMODERN SİNİZM, MELANKOLİ ve PARANOYA yaşanmaktadır:
-ŞOV gerçeğin, ROL ise kişinin yerini almaktadır:
-YARI AÇIK CEZAEVLERİNDE/TOPLAMA KAMPLARINDAYIZ.
-YAŞAM AKMIYOR artık, MOTİVE EDİLMELİDİR.
-BİLİM, POLİTİKADAN DAHA HIZLI DÖNÜŞMEKTEDİR.
"DIŞLANMIŞLARIN POTANSİYEL ENERJİSİ" birikmektedir; ENTELEKTÜEL BİRİKİM ve TOPLUMSALLAŞMIŞ SİBER-UZAY TEKNOLOJİSİ ile birlikte ÖZGÜRLEŞTİRİCİ / DÖNÜŞTÜRÜCÜ EYLEMLİLİKLER gerçekleştirecek politikalar üretilmelidir. - arzunun gerçekleştirilmesi, "karşılanması", "tamamen tatmin edilmesi" değildir, daha çok arzunun kendisinin yeniden üre-tilmesiyle, arzunun dairesel hareketiyle örtüşür. 21
- Endişe, arzunun nesne-nedeni eksik olduğunda ortaya çıkmaz; endişeyi doğuran şey, nesnenin eksikliği değil, nesneye fazla yaklaşmamız ve böylece eksiğin kendisini kaybetmemiz tehlikesidir. Endişe arzunun ortadan kalkmasıyla oluşur.
- Sağduyu" açısından, adamın yaşadığı kopuş zahmete değmez; son tahlilde, kendimizi her zaman kaçmaya çalıştığımız konumda buluruz, bu nedenle de olmayacak şeylerin peşinde koşmak yerine, kısmetimize razı olmayı ve günlük hayatımızın küçük ayrıntılarından haz almayı öğrenmemiz gerekir. 22
- Nixon ve Kissinger?la görüştükten sonra Mao şöyle demiştir: "Sağcılarla konuşmayı seviyorum. Gerçekten ne düşündüklerini söylüyorlar. Solcular öyle değil oysa: Bir şey diyorlar ama aslında başka bir şeyi kastediyorlar." Bu gözlemin derin bir hakikati var. Mao'nun dersi bugün kendi zamanında olduğundan bile çok daha geçerli: Zeki ve eleştirel muhafazakârlar (gericiler değil) liberal ilericilerden çok daha fazlasını öğretebilir bize. Liberaller mevcut düzenin bünyevi "çelişkilerinin" izini silmeye meyleder, muhafazakârlar ise bu çelişkilerin çözülemez olduğunu.
- însan nasıl gerçekten bir yetişkin haline gelir? Bağlı olduğu açık kuralları ne zaman ihlal edeceğini öğrenerek. Evliliğe gelince, insan ne zaman zina yapabilirse işte o zaman yetişkinliğe erişmiştir diyebiliriz pekâlâ. Aklın tek kanıtı, insanın zaman zaman "İrrasyonelil ğe" kaymasıdır (ki Hegel bunun gayet farkındaydı). Zevkin (ek kanıtıysa insanın zevk sahibi olmanın ölçütlerini karşılamayan şeyleri ara sıra takdir etmeyi bilmesidir- zevk sahibi olma ölçütlerinden milim sapmayanlar, zevk duygusundan tamamen mahrum olduğunu sergilemiş olur ancak. (Keza, Beethoven'in dokuzuncu senfonisine ya da Batı medeniyetinin herhangi bir başyapıtına hayranlık duyduğunu söyleyen biri, o anda zevksizliğini de gözler önüne sermiş olur, zira gerçekten zevk sahibi olduğunuzu, Beethoven'in ikincil bir eserinin ?en hit eserteri"nden üstün olduğunu söyleyerek onu övdüğü'nüzde göstermiş olursunuz.) Belki de Bertrand Russell'ın, kendini dahil etme ya da kendi içinde tutarsız bir ikilik yaratma ilkesini yasaklamasına sebep olan o meşhur berber paradoksunun (kendilerini tıraş etmeyen herkesi tıraş etme kuralına uyan berberin kendisini tıraş etmesi ne anlama gelir?) terimlerini tersine çevirmemiz gerekir. Peki ya gerçekten kendisiyle çelişen, karşıtına dönüşen şey kurallara "tutarlı'' bir şekilde sadık kalmanın kendisiyse? Peki ya gerçekten makul olmaman yahut gerçekten zevk sahibi olduğunuzu göstermenin tek yolu bütünüyle kendi içinizde bir ikilik yaratmaya girişmek, üzerine düşünerek uyduğunuz kuralları çiğnemekse?
- ''Ben kendim olarak yokum, sadece Öteki?nin somutlaşmış fantazisiyim.'' (s.55)