- "...Kurtulsan bile hiçbir zaman vatanına geri dönemezsin." "Ne olur yani, akıllı küçük? Neymiş sanki, vatan dediğin rahat ettiğin yerdir. Ben hâlâ öyle bir yer arıyorum."
- Kediye hala sarılmaktaydı. Başını gıdıklayarak, "zavallı aptal" dedi, "zavallı adsız aptal." Bir adı olmaması biraz güç oluyor. Fakat ona bir ad takmaya da hakkım yok. Birinin oluncaya dek beklemesi gerek. Biz birbirimize bir gün ırmak kenarında rastladık; o özgür bir hayvan, tabii ki ben de öyleyim. Ben gerek kendimin, gerek benim olacak her şeyin ait olduğu yeri buluncaya dek hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Henüz bu yerin nerede olduğunu bilmiyorum.
- Kimi zaman öyle şarkılar çalardı ki, bunları nerede öğrendiğini merak ederdim. Çam kokularını ve çayırları hatırlatan sert, yumuşak, serseri şarkılar. Bunlardan biri şöyleydi: Uyumak istemem, ölmek istemem, gezmek isterim yalnızca, gökyüzünün çayırlarında. Onu en çok mutlu kılan da bu olmalıydı ki saçı kuruduktan, güneş battıktan, karanlıkta pencerelerde ışıklar göründükten sonra bile bu şarkıyı söylemeyi sürdürürdü.
- "Sanırım beni çok utanmaz buluyorsun, ya da çok deli ya da başka bir şey." "Hiç de değil." Umudu kırılmış gibi baktı. "Evet, öyle. Herkes öyle bulur. Ama ben aldırmam. Böyle olmak daha iyidir."
- Bir daha zilimi hiç çalmadı. Bense bunu özlüyordum; günler geçtikçe ona karşı kırgınlık duymaya başladım. Sanki en yakın dostum beni ihmal ediyordu. Yaşamıma rahatsız edici bir sessizlik çöktü, fakat bu yalnızlık, uzun süreden beri tanıdığım eski arkadaşlarıma karşı bir özlem duymamı gerektirecek kadar etkili olmadı. Onlar benim için artık tuzsuz, şekersiz, perhiz yemekleri gibiydiler.
- İçinde bulunduğumuz oda (ayakta duruyorduk çünkü oturulacak bir şey yoktu) yeni taşınılmış gibiydi. Odada bavullardan ve sandıklardan başka hiçbir eşya yoktu. Sandıklar masa hizmeti görüyordu. Birinin üzerinde martini malzemeleri, ötekinde de bir lamba, bir radyo, Holly'nin kırmızı kedisi ve sarı güllerle dolu bir vazo vardı. Bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplığın bir rafının yarısı edebi yapıtlarla doluydu. Odaya hemen ısındım, yerleşilmemiş havasını sevdim.
- "Onun hastalığı yalnızca üzüntüdür... Yalnızca üzülüyor."
- Aşkta özgürlük olmalıdır. Ben bundan yanayım.
- "Her şey olabilirim, fakat bir korkak, bir gösterişçi, heyecanlı bir dolandırıcı ve bir orospu değil. Namussuz bir kalbim olacağına kanser olayım daha iyi. Bu söylediğim dindarca bir şey değil. Yalnızca hayat dersinden öğrendiğim bir şey. Kanser insanı soğuklaştırır, ama öbürü de muhakkak aynı şeyi yapar. Off yeter artık, kendine gel şekerim, gitarımı ver bana da sana en iyi Portekizcemle bir fada söyleyeyim."
- O son haftalar, yazın son uzun günleri ve yine sonbaharın ilk günlerine ilişkin anılarım silikti. Belki de artık arkadaşlığımız, iki kişinin birbirleriyle kelimelerden çok sessizlik içinde konuşabildikleri devreye erişmişti. Gerginliğin, rahatsız edici konuşmaların, arkadaşlığı bir gösteriş yapan, yüzeyde bırakan dramatik dakikaların yerini zaman içinde sevgi dolu bir sessizlik alır.