- Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yenecegimize olan güven ve inancım bir dakika olsun sarsilmamistir. Şu dakikada, bir kesin inancimi yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı bütün dünyaya karşı ilan ederim.
- Efendiler, tarih, ''geleneğe uyarak boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin!'' fikir ve görüşünde bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin, özellikle devlet adamlarının böyle sakat ve kabul edilmeyecek düşüncelere asla kapılmamaları gerekir.
- İstanbul'da önemli sayılacak girişimlerden biri İngiliz Muhipler Cemiyeti'ydi. Bu isimden, İngilizlere dost olanların oluşturduğu bir cemiyet anlaşılmasın! Bence, bu cemiyeti kuranlar, kendilerini ve kişisel çıkarlarını gözetenler ve kendi çıkarlarının korunma çaresini, Loyd Corc hükümeti aracılığıyla İngiliz korumasını sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiltere Devleti'nin, Osmanlı Devleti'ni bir bütün halinde elinde tutmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları üzerinde düşünülmeye değerdir.
- Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı toprakları tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da paylaşımını sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu? O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak! İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur. Ya bağımsızlık ya ölüm Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz. Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlıktan yoksunluğu, güçsüzlük ve uyuşukluğu kabul etmekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, başlarına isteyerek yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Oysa, Türk'ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!.. O halde, ya bağımsızlık ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını kabul edelim! Ne olacaktı? Tutsaklık! Peki efendim, diğer kararlara boyun eğildiğinde sonuç bunun aynısı olmayacak mıydı? Şu farkla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve yüceliğinin gereği olan bütün özveriyi yapmakla teselli bulur ve hiç kuşkusuz tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, onursuz bir ulusa göre dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
- 3 Haziran 1919 İstihbarat Çok aceledir Sayı: 58 Savunma Bakanlığı Yüksek Katına İlgi: 2 Haziran 1919 tarihli şifre: Sivas ve çevresinde eskiden beri var olan Ermenileri ve daha sonra gelen sığınmacıları korkutacak hiçbir olay olmamıştır. Ne sivas'ta ve ne de çevresinde endişe verici hiçbir durum yoktur. Herkes sakince iş ve güçleriyle uğraşmaktadır. Bunu kesinlikle bilginize sunar ve garanti ederim. Dolayısıyla İngiliz notasındaki haberlerin kaynağının ne olduğunu benim bilmem gerekir. İzmir'in ve Manisa'nın işgal edildiği acı haberi üzerine Müslüman halk tarafından yapılan ve Hristiyanlar hakkında hiçbir düşmanca düşünce içermeyen toplantılardan belki de bazılarının ürktüğü akla gelebilir. İtilaf devletleri ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça, ulus da vatanın saldırıya uğrayıp parçalanmayacağına güvendikçe, Müslüman olmayan halkın korkuya kapılmasına hiçbir sebep yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tamamen güvenilmesini istirham ederim. Fakat bağımsızlığı ve ulusal varlığı yok eden ve ulusal varlığı tehlikeye düşüren işgal, suikast ve zulüm gibi İzmir çevresinde görülmekte olan eylemlerin benzerlerinin tekrarlanmasına karşı, ne ulusun heyecanını ve içindeki acıları ve ne de bundan doğacak ulusal gösterileri engellemek ve durdurmak için şahsımda ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne bir komutan, ne bir sivil memur ve ne de bir hükümet düşünebilirim. Mustafa Kemal
- Şimdi, efendiler, izin verirseniz, size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi? Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştı: Birincisi, İngiltere korumasını istemek. İkincisi, Amerika mandasını istemek. Bu iki tür karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir bütün olarak korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında bölüştürülmesindense, imparatorluğu tek bir devletin koruması altında bulundurmayı tercih edenlerdir. Üçüncü karar: Bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır. Söz gelişi, bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak için önlemler alıyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti'nin yok edileceğini ve Osmanlı topraklarının paylaşılacağını oldubitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu üç tür kararın gerekçesi, yaptığım açıklamalarda vardır.
- Burada, çok önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, padişah ve halifenin ihanetinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı, yüzyılların kökleştirdiği dinsel ve geleneksel bağlarla içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Ulus ve ordu bir yandan kurtuluş yolu düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlığın güdüsüyle kendinden önce, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtulmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavramak yeteneğinde değil... Bu inanca karşıt fikir ve görüş ortaya koyacakların vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve dışlanmış kişi olur...
- İstanbul'daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu buyruk gereğince, Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk'ün haklarını korumakla beraber, zorunlu Ermeni göçü sırasında yapılan kötü davranışlarda halkın kesinlikle ilgisi bulunmadığını, Ermeni mallarının Rus işgaline kadar korunduğunu, buna karşılık Müslümanların pek acımasızca hareketlerle karşılaştığını ve hatta buyruğa aykırı olarak zorunlu göçten alıkonulan bazı Ermenilerin kendilerini koruyanlara karşı reva gördükleri kötülükleri, sağlam belgelerle uygarlık dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine yöneltilen hırslı bakışları hükümsüz bırakmak için çalışmaya karar veriyor.
- Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanıyorum ki, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'ni meydana getiren asıl sebep ve endişe, Doğu illerinin Ermenistan'a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesinin de Doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunluk olarak gösterilmesine ve tarihi haklar yönünden öncelikli kabul ettirilmesine çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarması ve bir de Müslüman halkın Ermenileri topluca öldüren barbarlar olduğu iftirasının gerçek kabul edilmesi durumunda olabileceği düşüncesi egemen oluyor.
- Gelecekteki ihtimaller üzerine fazla konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddi mücadeleye hayali bir macera niteliğini verebilirdi.