- Üstelik yapılması en zor şeyi başardığını da unutmayalım. Yani, özgürlüğünü kaybetmeden, özgün, olduğu gibi kalarak her tarafa uyum sağlamayı başardığını.
- Tabii her şeyi şansa bırakıp, suçu üzerimizden atmak işimize geliyor ama her zaman mutlaka yapılan bir yanlış vardır. Şans, bir tek yanlışın küçük ya da büyük olduğunu belirler ama yapılan yanlış şans eseri değildir.
- Bilirsin, bütün boşanmış ana babalar, çocuklarını gezmeye götürür, onlara dondurma ısmarlar, çocuk parkına, lunaparka götürür, ders çalışmaları gerektiğini, iyi çocuk olmalarını hatırlatır, biraz harçlık verip, tamam, bir sonraki hafta sil baştan.
- Sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız kalakaldı: Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun? Her neyse...
- Yaşamamış gibi hissediyorum...Anlıyor musun? Yaşamadım. Her şeyden önce hayatımda hiçbir doğru dürüst kötülük yapmadım, bir kötülük yapmaya cesaret edemedim, gerçekten birine zarar veremedim. Bir kere bile. Gerçekten birilerine zarar vermiş olmayı isterdim. Kendimi daha iyi tanımış olurdum. Ona zarar versem, o da benim karabasanım olsun, canımı sıksın. Bu belki beni özgürleştirirdi.
- Nefesim çıkmıyordu. Yatağa dönüp, günlerce, aylarca, yıllarca, düşünmeden, var olmadan uyumak istiyordum.
- Yüzler! Şefkatli, sıcak, tatlı yüzler! Birkaç dakikalığına, birkaç saniyeliğine onlara rastlar, sonra da giderler ve bir daha onları göremezsin. Ama kaybolmazlar. İçinde yolculuk ederler!.. Onlar da hayatının bir parçası, hayatının bir başka hikayesi olabilirlerdi.
- Ne isterdim biliyor musun? Tanımadığım bir insana, bir yabancıya aşık olayım, ama çile çekmiş bir insan olsun, yüzü, gözleri buruş buruş bir insan. Ona baktıkça, ''Bu insanı hayat, tuz, deniz, acı yiyip bitirdi'' diyesin. Ezilmiş bir insan. Artık sadece böyle bir insanı sevebilirim. Kariyerlerini düşünenlerden, başarılı olanlardan, işadamlarından, sefillerden bıktım. Bu adamın yorgun, bıkkın, düzensiz adımları olsun istiyorum. Parmaklarında da, alınında da damarları çok belirgin olsun. Bilge bir insan olsun. Hiçbir şeyin hesabını yapmasın. İnsanların her şeyi ölçüp tartmasını görmekten bıktım. Beni de bu küçük hesaplar yiyip bitirdi. Çile çekmiş ama boylu poslu bir insan olsun. Uzun boylu olmasın ama öyle görünsün. Seninle konuştukça gözünde büyüsün. Daha fazla hayal kurmasın. Hem hayaller hem de kendimizi aldatmak bitsin. Bütün saçmalıklar bitsin. Hepsi. Hepsi bitsin.
- Zaten neden hayatın bir anlamı olsun ki? Anlama ne gerek var? Hiçbir anlamı yok. Olur da hayata bir anlam verirsen doğallığı öldürüp anlam içinde hapsolursun. Bir anlam aramaktan, anlamdan konuşanları duymaktan bıktım!
- "Olay yarat. Zamanın böyle rastgele, boşa geçmesine izin verme. Telefon et, randevu ver, yolları ve ofisleri arşınla. Kim bilir belki de bir voli (denize ağ salma) vurusun. Böyle oturarak boğulur, durgunlaşır, hep her şeyin boş olduğunu ve ölümü düşünürsün, sararıp solarsın..."