- Romanda şair, bu kadarıyla da yetinmez ve kendine daha da ağır bir eleştiri yöneltir. İmparatorun ve hasta yattığı dairede kendisini ziyarete gelen yakın dostlarının şiirlerine ilişkin övgü dolu sözlerine verdiği tek bir karşılık vardır, ve birkaç defa değişik ifadelerle tekrar edilen bu karşılıkla Vergilius, aslında yaptığının sanat olmadığını, dizeleriyle sadece zamanında iktidar sahiplerinin yapıp ettiklerini yücelttiğini, buna karşılık sanatı aracılığıyla hiçbir duruma gerçek anlamda eleştiri getirmediğini vurgular. Vergilius'a göre, olup bitenler karşısında eleştirel tutum almayan bir uğraş, sanat adını taşıyamaz; hele hele gerçekleri kısmen de olsa perdeleme amacına hizmet eden çabaların sanatın çatısı altında yer alabilmesi imkânsızdır.
- Brudisium limanına dümen kırdığında,gemilerden yana köpüklenmişti;ve şimdi denizin güneşli,ama yinede onca ölümün sezgisiyle dolu yalnızlığı insandan kaynaklanma çabaların huzurlu sevincine dönüşmüştü.
1 - Neden feragat etmişti bütün bunlardan?Gönüllü olarak mı ? Hayır! Bu, sanki hayatın karşı konulmaz güçlerinin bir buyruğu gibiydi;Kaderin o geri çevrilemez güçleri ki , asla bütünüyle kaybolup gitmezler.
2 - Sanki artık kaderin Vergilius için saklı tuttuğu tek bir yalınlık kalmıştı- ölmenin yalınlığı.
3 - İğrenç bir hazza yönelik açgözlülük;doyuma ulaşması imkansız bir ''daha da daha da olsun!'' tutkusu;mal,para mevki ve itibar kazanma tutkusu,zenginliğin o başlı başına uğraş olan tembelliğine kavuşabilme tutkusu.
5 - Brundisium'un dar ve bir akarsu ağzını andıran girişe varıldığında, akşamın ilk alacası da saydam bir yansımayla gökyüzüne yayılmış, yeryüzünü sevecenlikle kucaklamıştı.
6 - Ağustosböceklerinin kemanları, sayıları on binlere varıyormuşcasına, ama sürüp giden tek bir tonda,tekdüzeliğinden ötürü sessiz, ne yükselen ne alçalan bir ezgi gibi, alacakaranlığın bastığı toprakları titreşimleriyle uçsuz bucaksıza yayarak doldurmaktaydı.
8 - Varoluşun bilgi kökenlerinden kaynaklanan o katmerli doğuş, ancak bu bütün icerisinde gerçekleşir; ve Vergilius, seziyordu bunu, hep sezmişti -her zaman konuk olanın, her zaman sadece konukluğuna izin verilenin duyduğu özlem, insanoğlunun özlemi - sevgiyle harmanlanmış kulak kabartışı, soluk alıp vermesi, düşünmesi hep bu olmuştu; evrenin akıp giden ışıklarıyla, evrenin o hiçbir zaman bilgiye dönüşemeyecek bilinmezliğiyle, evrenin sonsuzluğunu yakalamaya yönelik, ama hiç bir zaman sonu gelmeyecek yaklaşma çabasıyla kaynaşmış bir kulak kabartma, bir soluk alıp verme, bir düşünme; bu sonsuzluğun en dıştaki etekleri bile erişilmez uzaklıktaydı
9 - Bu dünyadan ötelere, ötelerden bu dünyaya doğru akıp duran bir soluk; artık bir daha asla kendisi olmayacak bilginin açılmış kapıları, ama yinede bir bilginin özsezisi, varışın, yolun önsezisi, bir gün batımı yolculuğunun beraberinde getirdiği şafak sezisi.
10 - bu, yumuşacık parıltılar taşıyan bir şarkıydı; gece göğünde bir gökkuşağının soluk alan renkleri gibi havada asılıydı; çalgının telleri de yumuşak fildişi renginin kırılganlığında parıltılar saçıyordu; insanoğlunun eseriydi şarkı, tıpkı çalınışının da insanoğlunun bir çabası olması gibi
10