- Amerikalı psikolog Julian Jaynes, dilin gelişiminden çok sonraları, yazı bundan takriben beş bin yıl önce icat edildiğinde, yazılı işaretleri çözümlemenin insan beyninde duyumsal bir metin algısı ürettiğini, böylelikle okunan kelimelerin bilincimize maddi varlıklar olarak sızdığını öne sürdü.
- MÖ üçüncü binyıllarda okuma eylemi, bizim algımızdaki heceleri okumaktan ibaret olan görsel okumadan ziyade, resim-sembollerine bakarak konuşmayı sanrılamak, yani çivi yazısını işitmek olabilir. Dil, bir zamanlar bildiğimiz üzere, yalnızca isimlendirmekle kalmaz, aynı zamanda gerçekliği var eder: Dil, kelimeler ve gerçekte olup bitenlerin anlatımları, yani hikâyeler vasıtasıyla gerçekleştirilen bir canlandırma edimidir.
- Hikâyeler, Döblin'e göre, dünya deneyimimizi, kendimizi ve başkalarını kaydetme yöntemimizdir. Istırap içindeki Eyüp, Tanrı'nın ışığının halen üstünde parladığı günleri anımsayarak, onun ihsanı üzerimdeyken "körlere göz, topallara ayaktım," dediğinde, hatıranın aktarılması yeterli gelmez: Eyüp, deneyimini inancının kanıtı olarak bir hikâyeye dönüştürüp kâğıda dökebilmeyi diler. "Ah, sözlerim şu an yazıya geçselerdi!" der ağıtında, "ah, bir kitaba basılsalardı!" Eyüp ve Eyüp'ün yazarının bildiği gibi, hikâyeler bilgimizi damıtarak anlatıya ödünç verir, böylelikle çeşitli tonlamalar, üslup ve anekdotlar aracılığıyla öğrendiklerimizi unutmamayı deneyebiliriz.
- Hikâyeler belleğimiz, kütüphaneler bu belleğin depolarıdır ve okumak da, ezbere söyleyerek ve parlatarak, onu tekrar kendi deneyimlerimize dönüştürerek ve eski nesillerin muhafaza etmeye uygun gördükleri hatıraların üzerine inşa etmemizi sağlayarak bu belleği yeniden yaratabilmemize olanak veren beceridir.
- On sekizinci yüzyıl ortalarında Strelisk'li Haham Uri sormuştu: "Davut, Mezmurlar'ı yazabilmiş kabiliyetli bir adamdı. Peki ya ben? Ben ne yapabilirim?" Yanıtı, "Onları okuyabilirim," olmuştu. Okumak belleğin bir işlevidir; okuduğumuz hikâyeler, başkalarının geçmiş deneyimlerinden, kendi başımızdan geçmişçesine tat alabilmemize olanak sağlar.
- Başlangıçta, kelimeler yalnızca zamanda değil, uzam da yer kaplıyor gibi görünmüştü bizlere; tıpkı su ya da bulutlar gibi.
- Kelimelerin bizden bağımsız, kendilerine ait hususi bir varoluş sürdüklerine inanıyorum ve bana, bilhassa güçlü duygularla dolu olduğumuz anlarda konuştuğumuzda ya da yazdığımızda, yardımımıza nazır birtakım hecelere ya da birtakım uygun ifadelere atlayıp bir gezintiye çıkmaktan başka pek bir şey yapmıyormuşuz gibi geliyor.
- Bir metni var eden, onun gizini açığa çıkaran, anlamlarını katlayan, geçmişe, şimdiye ve geleceğin olasılıklarına onda ayna tutan eylem, yaşayan sayfayı yok edebilir ya da yok etmeye niyetlenebilir. Her okur, yalan söylemekle aynı anlama gelmeyecek okumalar üretir, ama her okur yalan söyleyerek metni bir doktrine, rastgele bir yasaya, kişisel çıkarlara, köle sahiplerinin haklarına ve tiranların otoritesine köle edebilir.
- "Bütün dünyayı bir kitaba sokmaya çalışan yazarlar vardır. Daha az rastlanır bazı yazarlar içinse dünyanın kendisi bir kitaptır, kendileri ve başkaları için okumaya çalıştıkları bir kitap..."
- " 'Ne zaman ayrıldınız Edinburgh'dan..? diye sordu. 'Anımsayamayacağım kadar uzun bir zaman önce dedi,' adam. 'Şehir benim için çok uzakta şimdi, nerdeyse yok gibi.' 'Benim içinse tersi geçerli.' dedi Stevenson. 'Aradaki uzaklık, oradayken olmadığım kadar orada kılyor beni...'"