- "Biz aslında bir anlamı olmayan, evrene fırlatılmış olmanın verdiği rahatsızlıkla baş etmek zorunda olan, anlam arayan yaratıklarız."
- Yeni şafaklar ve altın olasılıklar keşfetmek, zengin, cesur bir ruha aşık olmak; herkes, en azından bir kez, yaşamında böyle bir şeye ihtiyaç duyar.
Kişinin ahlaklı yaşayabilmesi için kendisini toplum ahlakından kurtarması gereği.
Kişinin kendisine dışarıdan bakmasını öğrenmesi gerek.
İnsanların bilmek istemedikleri bir gerçeği söylemek mi benim görevim?
Genellikle sorulamayan soru, en önemli sorudur...
Öğretmenler kimi zaman acımasız olmak zorundadır. İnsanlara böyle katı mesajlar verilmeli; çünkü yaşam da acımasız, ölüm de.
Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır.
Ölüm varken ben yokum. Ben varken , ölüm yok. O halde üzülecek ne var?
Kemikleri, eti, bağırsakları ve kan damarlarını kaplayan deri nasıl insan görünümünü katlanabilir hale getiriyorsa, ruhun çalkantıları ve ihtirası da kibirle kapatılmıştır; o, ruhu kaplayan deridir.
Kendi zayıflıklarını başkalarına yansıtan ve sonra da yalnızca kendi güçlerini artırmak için onlara yardımcı olur gibi görünen o papaz kılıklı iyileştiricileri iyi biliriz.
Yaşamın doruğu! Hayat merdiveninin doruğuna çıktık! İşte asıl problem şimdi başlıyor; bunun bir de inişi var. Bu doruktan baktığımda geri kalan bütün yaşamımı görebiliyorum ve bu manzara hoşuma gitmiyor. Gördüklerim yalnızca yaşlanmak, çökmek, babalık ve büyükbabalık yapmak.
Bütün yaşamını sırf istemediği bir ödül uğruna yaşamış olmanın nasıl bir şey olduğunu ona nasıl kabul ettirebilirdi.
İnsan kırkındayken, yirmi beşinde anlamayacağı şeyleri hisseder.
?'Belki,'' dedi Nietzsche, ?'bir erkek ancak bir erkek gibi davranarak kadının içindeki kadının ortaya çıkmasına yol açar.''
Bir dost dinleneceği bir yer aradığında ona verilecek en iyi yer sert bir yataktır!
En ulu ağaç, en yükseklere uzanan ve köklerini en derinlere, hatta kötülüğün içine salan ağaçtır. - İnsanın varoluşundaki acıyı anlıyorum, ama acı çekmenin, hayattan vazgeçmeyi gerektirecek kadar da bizi sarıp sarmalayan bir şey olduğunu sanmıyorum.
- "İşin en kötüsü de bu ya! Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav. Her şeyi en baştan yeniden yaşama şansım olsaydı yine aynı şeyleri yapar, aynı yanlışları tekrarlardım."
- Ölüme karşı bağışıklığı olduğuna inanan bazı insanlar kahramanca hayat yaşar, başkalarının ya da kendi güvenliklerini hiçe sayarlar. Bazılarıysa sevdikleri biriyle, bir davayla, bir cemaatle ya da bir ilahi varlıkla birleşme yoluyla ölümün acı veren ayrılığını aşmaya çalışırlar. Ölüm anksiyetesi, sonlu oluşumuzun verdiği ıstırabı öyle ya da böyle hafifletmeye çalışan bütün dinlerin anasıdır. Tanrı kültürler ötesi yapıda anlatıldığı şekliyle, sonsuz bir yaşam haliyle ölümlülük korkusunu yumuşatmakla kalmaz, ebedi bir varoluş ile anlamlı bir hayat yaşamaya yönelik bir yapı ve kurallar bütünü geliştirerek korku dolu bir tecridi de hafifletir.
Ama en sağlam, en saygıdeğer savunmalara rağmen ölüm anksiyetesini asla tam olarak bastıramazsınız: her zaman oradadır, zihninin bazı gizli yarıklarında dolaşır durur. Belki Platon'un söylediği gibi benliğimizin en derin noktalarına yalan söyleyemeyiz.
Bugün ölüm anksiyetesiyle baş edemeyen insanlar nereye başvuruyor? Bazıları ailelerinden ve arkadaşlarından yardım alıyor; diğerleri dini kurumlardan ya da terapiden: kimileriyse elinizdekine benzer kitaplara başvuruyor. - Belirli yaşam olaylarının neredeyse her zaman ölüm anksiyetesini uyandırdığını söyleyelim: örneğin ciddi bir hastalık, bir yakının kaybı, kişinin temel güvenliğine yönelik engellenemez büyük tehdit- tecavüze uğramak, boşanmak, üzerine ateş edilmesi, soyulmak. Bu tür olaylar...
Ortaçağda pek çok keşiş düşüncelerini, ölümlülük ve hayatı düzenlemek için ölümün bize verdiği dersler üzerine odaklamak için odalarına kafatası koyardı. Montaigne, insanın düşüncelerini keskinleştirmek için çalışma odasının mezarlığa bakması gerektiğini ileri sürmüştü. - İnsanların akıl hocasına duydukları gereksinimin, savunmasızlığımızı ve daha üstün bir varlık için duyduğumuz gereksinimini yansıttığına inanıyorum. Ben dahil pek çok insan akıl hocalarını aziz tutmakla kalmaz, aynı zamanda onlara hak ettiklerinden fazla güvenirler. Hepimiz büyük adamlara ve kadınlara saygı göstermek, "Hazretleri!" diyebilmek için güçlü bir arzu duyarız. Belki de Erich Fromm'un Özgürlükten Kaçış'ta "teslimiyet tutkusu" dediği şey budur. Dinlerin kaynaklandığı köken de budur.
- "Ölüm varken ben yokum." Korku, üzüntü, keder, yoksunluk yaşayacak bir ben olmayacak. Bilincim yok olacak, ışıklar kapanacak. Epikouros'un simetri iddiası da beni rahatlatıyor: ölümden sonra doğumdan önceki var olma hali olacak.
İki bölümlü bir taşra mezarlığının tasvirini okumuştum: "hatırlanan ölüler" ve "gerçekten ölüler." "Hatırlanan ölülerin" mezarlarına bakılıp çiçeklerle bezenirken "gerçekten ölülerin" mezarları unutulmuştu: çiçeksizdiler, yabani otlarla kaplıydılar, mezar taşları eğrilmiş ve aşınmıştı. Gerçekten ölüler, tanınmayan kadim, yaşayan hiç kimsenin görmemiş olduğu ölülerdi. Yaşlı bir insan ?bütün yaşlılar- pek çok insanın görüntüsünün son deposudur. Çok yaşlı biri öldüğünde onunla birlikte pek çok kişi daha ölür. - Hala sorumdan kaçıyorsunuz Josef. Kendi yaşamınızı tam anlamıyla yaşadınız mı, yoksa yaşam mı sizi yaşadı? Siz mi seçtiniz, yoksa o mu sizi seçti?
- İnsanlar vedalaşırken, genellikle olayın sürekliliğini inkar eden sözler dile getirmeyi severler. Birbirlerinden ayrılırken 'Auf Wiedersehen', yani tekrar görüşene kadar, derler. Yeni bir araya gelme planları yapmakta çok aceleci davranırlar, ama bunu unutmakta daha da acelecidirler.