Yoksulların Gözleri Bugünkü seyretme alışkanlıklarımızın temeli, bir önceki yüzyılda atıldı. Georg Simmel, kitle ulaşımının gelişmesiyle birlikte insanların ilk kez, uzun süre hiç konuşmadan birbirlerine bakmak durumunda kaldıklarından söz eder. İnsanın tanımadığı insanlara ve nesnelere bakması ya da bakıp da tanımıyor olması, başlangıçta büyük bir huzursuzluk yaratmış olmalı. Simmel bu huzursuzluğu şöyle dile getirir: İşitmeyen ama gören kişi, görmeyen ama işiten kişiden çok daha tedirgindir. Büyük şehir sosyolojisine özgü bir şey var burada. Büyük şehirde insanlar arasındaki ilişkilerin ayırt edici özelliği, gözün kulağa üstünlüğüdür. Bu tedirginlik, o ana kadar görülmemiş bir kayıtsızlıkla, insanların baktıkları insanlar ve nesnelerle aralarına bir mesafe koymalarıyla birlikte gelişmişti. Simmel, bu kayıtsızlık ve mesafenin, en çok da şehrin yoğun kalabalığında fark edilir hale geldiğini vurgular: Çünkü oradaki bedensel yakınlık ve mesafesizlik, zihinsel mesafeyi ilk kez gerçekten görünür kılar. Bütün bu sürecin bir de öbür yüzü var. Yabancısı olduğu şeylere bakmanın, zamanla büyük şehir insanının can sıkıntısını gideren bir oyuna dönüştüğünü söylemek de mümkün. Baudelaire, bir süre için gittiği Brüksel'de dükkânların vitrinlerinin olmamasından yakınır: Gezinmek mümkün değil Brüksel'de. Görecek hiçbir şey yok. Bir tek büyük şehir yaşantısındaki mesafeliliğin sunabileceği bir imkân vardır burada: Anlık bakışmalar, göz göze gelmeler ya da tesadüfi karşılaşmalar, ancak bir derinlik olarak tarihin değil, şehrin yüzeyinin önem kazanmasıyla mümkündür. Aylak, ancak bu yüzeyde gezinebilir. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı şu cümleyle başlar: Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. Ve devam eder: İçimdeki sıkıntı eridi. Baudelaire, zenginlerle yoksulların göz göze geldikleri bulvarlardan söz eder. Gaz lambalarıyla aydınlanan ışıl ışıl bulvarları, yaldızlı kornişleri ve gözleri kamaştıran geniş aynalarıyla bu bulvarları süsleyen kahveleri yazar. Bir de, bütün bu zenginliği, gözleri araba kapıları gibi açılmış seyreden yoksulları. Baudelaire Paris Sıkıntısı'm yazdığı yıllarda, Paris tarihindeki en büyük değişimi yaşıyordu. Mahallelerin ve insanların yerleri değişmiş, zenginlerle yoksulların mahalleleri ayrışmış, şehir bölünmüştü. Geniş bulvarlarıyla şehir açık bir mekâna, bir vitrine dönüşmüş, sınıflar arasındaki karşıtlık görünür hale gelmişti. Belki de bu yüzden Baudelaire yoksullardan bir gözler ailesi olarak söz eder. Şairin vitrine bakışıysa, ışıklı vitrinlerin önünde sıkıntısını gideren bir aylağın bakışıdır. Bir aylak hiçbir şey yapmaz, der notlarında, alay etmenin dışında. 1848 Devrimi'ne katıldığını biliyoruz. Nedenini şöyle açıklıyor: İntikam.
Diğer Nurdan Gürbilek Sözleri ve Alıntıları
- Geçip giden zaman genellikle erkek, geçmişte kadındır Tanpınar'da. Erkek unutkan; kadın biriken, biriktiren, "velüt" ve "yekpare" zaman.
- 1. Okumak denen deneyimin bir yönü metni sahiplenmeye, onu kendi imgelerimize çe-virmeye itiyorsa bizi, bir başka yönü de metnin kurduğu mesafeyi kabul etmeyi gerektir. (s.11)
- 4. Yüzümüzü geçmişe dönmek, onun yüzünün bize dönmesi anlamına gelmeyebilir. (s.13)
- 5. Sanatı, " maziyi açacak bir anahtar" olarak gördü; gerçekleştirdiği ise, geçmiş kaybını, sanatı besleyen bir kaynağa dönüştürmekti. (s.13)
- 7. Şu soruyu sormuştu Tanpınar: "Neden geçmiş bizi bir kuyu gibi çekiyor?" Nerede ol-duğunu hatırlayamadığım bir yerde Nietzsche söylemişti sanırım: " İnsan bir kuyuya bakarsa, kuyu da ona bakar." Suyu çekilmiş, kurumuş bir kuyu olmalı Nietzsche'ninki. Tanpınar'ın kuyusunun dibinde ise hep bir su birikintisi vardır; tıpkı bir ayna gibi, ba-kana kendi yüzünü yansıtır. (s.15)
- 8. "Dinleyici hikâyeyi dinlerken kendini ne kadar unutursa, dinledikleri hafızasına o kadar yer eder." (s.16)
- Sanatçılar insan ruhunun doktorlarıdır. Delirtmek de iyileştirmek de onların elindedir .
- Büyürken hepimiz için birer dayanaktır sevdiğimiz yazarlar. Ebeveynlerimizden kaçıp sığındığımız, kendimiz seçtiğimiz için daha çok önemsediğimiz gerçek ebeveynlerimiz.
- Kişiye ayna tutan şeydir bakış; onu bütünleyen, tam olduğunu hissettiren şey.
- Yazarlar konuşamayanlar için de konuştuklarına inanmak ister.