Yeni yapılar, eski taşlarla değil, yeni fikirlerle kuruluyor. M. İkbal Si vis vitam, para mortem Barış istiyorsan; savaşa hazırlanmalısın. *** 12 Eylül darbesine ilişkin dava düştü http://www.bbc.com/turkce...-dunya-39804345 Adalet, Türkiye'de, adı boştayken/muhalefetken anılan sevgili yaptığı zaman/iktidar olduğu zaman asla anılmayan gecekondu mahallesindeki platonik sevgilinin adıdır sadece. Kim vurduya gitmek... ''...insan hayatının değerinin, paranın değerinden daha hızlı düştüğü günümüzde...' 'Dünün Dünyası'nda, Stefan Zweig böyle diyor. Kaç aydır herkese bu kitabı okumalarını, okumuş olsalar da yeniden okumalarını öneriyorum. 20'nci yüzyılda özgürlüğü ve bağımsızlığı, ama aynı zamanda kapkaranlık iki savaşı ve insan acılarını uçlarda yaşamış olan, olağanüstü duyarlı ve sezgi dolu bu edebiyat devi, hayalini kurduğu, herkesin barış içinde yaşayacağı bir Avrupa yerine Hitler kabusuna tanıklık ettikten sonra, herşeyi ele geçiren despotizme karşı kitlelerin kayıtsızlığına, vicdani çöküşe isyan ederek Latin Amerika'ya geçmiş, ve tanıklıklarının ürettiği derin depresyon sonucunda Brezilya'da 1942'de intihar etmişti. Yazının geri kalan kısmını, bugün Zweig'ın anılarından damla damla süzülen, -- Gülperi Sert'in temiz Türkçesiyle dilimize kazandırdığı (Doğu Batı ve Can Yayınları) -- bilgelik dolu cümlelerine bırakıyorum. Bakalım, bize yaşatılanlara, günümüzün barbarlığına benzeyen tarafları var mı? Yargı, karar sizin. Ben savaşın ne demek olduğunu biliyordum. Dopdolu ve ışıl ışıl dükkanlara bakarken (1. Dünya savaşı) 1918'lerin manzarası canlandı gözlerimin önünde; içinde hiçbir şey kalmayan bomboş dükkanlar adeta gözlerini kocaman açmış bir şekilde bakardı insanların yüzüne. Gıda maddeleri satan dükkanların önündeki uzun sıralarda bekleşen üzgün kadınları, yas içindeki anneleri, yaralıları, sakatları, o dönemin tüm o korkunç dehşeti adeta birer hayalet gibi bu öğlen ışığında gündüz düşü gibi gözlerimin önüne geliyordu. Yorgun ve bitkin, yırtık pırtık üniformalar içinde cepheden dönen yaşlı askerlerimizi anımsadım. Küt küt çarpan yüreğimle geçmiş savaşı da, bugün başlayan ve korkunç çehresini henüz bakışlarından saklayan savaşı(2. Dünya savaşı) da hissediyordum. Şunu da iyi biliyordum: Geçmişteki her şey yok olmuştu. Tüm başarılar yerle bir edilmişti. Vatanımız olarak gördüğümüz yaşamımızı adadığımız Avrupa kendi hayatımızdan daha çok zarar görmüştü. Yeni birşeyler, yeni bir dönem başlıyordu. Ancak o döneme ulaşmak için birçok cehennemi ve arafı geçmek gerekiyordu. Güneş bütün gücüyle ışıldıyordu. Eve dönerken birden kendi gölgemi fark ettiğim gibi şimdiki savaşın ardında önceki savaşın gölgesini gördüm. Geçen zaman içinde bir daha hiç peşimi bırakmayan bu gölge gece gündüz demeden düşüncelerimin üzerine düştü; kim bilir belki de o karanlık çizgileri bu kitabın kimi sayfalarına da düşmüştür. Fakat sonuç olarak her gölge, ışığın bir çocuğudur ve sadece aydınlığı ve karanlığı, savaşı ve barışı, yükselişi ve çöküşü gören kişi hayatı gerçekten yaşamış sayılır. ''...insan sadece gençlik yıllarında rastlantıyla kaderin özdeş olduğunu düşünür. Sonraki yıllarda ise, hayatımızın yönünü iç dünyamızın belirlediğini fark ederiz; gittiğimiz yol arzularımızın aksi yönünde ve anlamsız gibi görünse de, sonunda bizi her zaman görünmeyen hedefimize götürür.'' ''Ah, bizler hepimiz yaşadığımız bu çağı seviyorduk, Avrupa'mızı seviyorduk. Fakat mantığa duyduğumuz güven ve onun saçmalığı son anda engelleyeceğine olan inancımız tek suçumuz oldu...'' ''Savaşa karşı savaşmak lazımdı! ... Werfel'in bir şiirinde belirttiği gibi, 'savaşı körükleyenlere' karşı savaşacaktım... Bunlar hep aynı alçaklardır, çağlar boyunca böyle olmuştur, temkinli olanları korkak ilan etmişler, insancıl olanları zayıflıkla suçlamışlardır. Kendi elleriyle sebep oldukları felaket gelip çattığında ne yapacağını bilmez bu insan güruhu hep var olmuştur.'' ''Coşkuyla kendinden geçişin, inanılmaz yalanların söylendiği, sabırsızlığın ve fanatizmin eşi benzeri görülmemiş karışımının olduğu bir dönemdi.'' ''Etrafıma baktıkça çılgınlar sürüsü görüyor gibi oluyordum, oysa daha birkaç hafta öncesine, bir ay öncesine kadar tüm bu adamlar, akıllarına, biçimleyici güçlerine ve insancıl davranışlarına hayran olduğumuz aynı kişilerdi.'' ''Fakat çok güvendiğim insanların arasında bile, yararsız ve sonu gelmeyen tartışmalardan; aşırı, liberal, anarşist, Bolşevik veya apolitik, dediğim dedik gruplaşmalardan sıkılmıştım; salt karşı duruşuyla kendisini yücelmiş hisseden ve kendi içinde tutunacak dalı olmadığı için dogmalara sarılan klişeleşmiş profesyonel devrimci tipleri ilk kez doğru olarak gözlemlemeyi öğreniyordum. Böylesi yararsız tartışmalar yapanların arasında insanın kendisi de şaşırır, yanlış yapar, temeli sağlam olmayan ortak fikirler geliştirir ve kendi inançlarına, düşüncelerine ihanet etme tehlikesiyle karşılaşırdı.'' ''...düzene alışmış olan Alman halkı, elindeki özgürlükle ne yapacağını bilememiş ve bu özgürlüğü elinden alacak olanı sabırsızlıkla bekler olmuştu.'' ''...başkalarının fikirlerine hiç de açık olmayan Hitler'de ta başlarda kişisel amaçlarına ve çıkarlarına hizmet edecek herşeyi benimseme içgüdüsü vardı.'' ''Hitler yıllardır farklı görüşlerdeki insanlara büyük sözler vermiş ve her partiden kilit insanları kazanmıştı. Bu insanları her biri de bu 'tanınmayan asker'in gizemli gücünü kendi amacı için kullanabileceğini düşünüyordu. Oysa Hitler'in çok sonra büyük politikalarda kullandığı aynı teknik, yani Alman sadakat sözü vererek, özellikle yok etmek ve kökünü kazımak istedikleriyle ittifak kurma tekniği ilk meyvelerini veriyordu.Herkesi verdiği sözlerle öyle kandırmıştı ki, iktidara geldiği gün, dünya görüşü ve siyasi hedefi birbirinden tamamen farklı kesimlerin tümünde iktidarı coşkuyla karşılandı. Doorn'daki kralcılar için Hitler imparatora iktidar yolunu açacak sadık bir rehberdi, aynı şekilde Bavyera'daki Wittselbach'daki ve Münih'deki kralcılar coşku içindeydi; onlar da Hitler'i 'kendi adamı' olarak görüyordu. Alman milliyetçileri Hitler'in ocak yakacak odunu bulacağını umuyorlardı; liderleri Hugenberg Hitler'in kabinesindeki en önemli yeri elde etmiş, daha da ilerlemeyi ümit ediyordu - tabii ki Hitler ile aralarındaki anlaşmaya rağmen daha ilk haftalarda kapı dışarı edildi... En farklı, birbirine zıt partiler bile, her sınıfa her görüşe her partiye her sözü vermiş ve yerine getireceğine yemin etmiş bu 'meçhul askeri' kendilerinin dostu gibi görüyorlardı - hatta Alman yahudileri bile pek huzursuz sayılmazdı...' ''... alçakça insanları kandırma tekniği uygulayan Nasyonal Sosyalizm tüm dünyayı buna yavaş yavaş alıştırmayı yeğliyor, hedeflerinin ne kadar köklü değişikliklere yönelik olduğunu birdenbire göstermeye çekiniyordu. Bu nedenle şöyle bir yöntem izliyordu: Her zaman bir hamle yapıp sonra bir ara veriyorlardı. Bu hamlenin fazla gelip gelmediğini, dünya vicdanının bu dozu kaldırıp kaldırmadığını görmek için bir süre bekliyorlardı. Uygarlığımızın utancı ve yüzkarası olarak, Avrupa'nın vicdanı, tüm bu vahşet kendi sınırlarının ötesinde, kendilerine dokunmadan olup bitiyor diye ısrarla tarafsızlığını vurguladığından, dozlar gittikçe artırıldı, ta ki tüm Avrupa'yı yok edinceye kadar. Hitler ahlaki açıdan ve kısa bir süre sonra askeri açıdan da gittikçe zayıflayan Avrupa'ya karşı önceleri azar azar başladığı, giderek artırarak uyguladığı bu doz verme taktiğinden daha dahice bir şey başarmamıştır.'' ''... biz zavallı iflah olmaz budalalar her zaman olduğu gibi gene aldanıyorduk.'' ''Güç duygusu gerek insanları, gerekse devletleri, bu gücü iyi ya da kötü kullanmaya itmiştir hep.'' ''Yahudilerin servetine el koymanın mantıklı ve anlaşılır bir tarafı vardı, çünkü Yahudilerin elinden alınan fabrikalar, mobilyalar, villalar ve Yahudilerin boşalttığı işyerleriyle kendi insanlarını doyurabilir, yandaşlarını ödüllendirebilirdi..'' ''Kim bilir belki de Viyana'daki tüm dostlar benden daha bilgeydi, çünkü onlar her şey olup bittiğinde acı çekmeye başladılar, oysa ben felaketi çok önce görmüş ve acı çekmeye başlamıştım bile, korktuğum gerçekleştiğine ise ikinci kez acı çekmiştim. Öyle ya da böyle ben onları anlayamıyor, onlara da kendimi anlatamıyordum.(İngiltere'ye) gelişimin ikinci gününden itibaren artık kimseyi uyarmadım. Huzurunun kaçırılmasını istemeyen insanların huzurunu niye kaçıracaktım ki?'' ''Ben bugün bir yazar olarak... 'yaşarken ölüsünün arkasından giden' biriyim. Kırk yıl boyunca uluslararası alanda eriştiğim tüm başarımı ya da hemen hemen hepsini bu tek yumruk ezip geçti.'' ''Fakat, sonuç olarak her gölge ışığın bir çocuğudur ve sadece aydınlığı ve karanlığı, savaşı ve barışı, yükselişi ve çöküşü gören kişi hayatı gerçekten yaşamış sayılır.''
Diğer Stefan Zweig Sözleri ve Alıntıları
- Siyah olan ben, beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu...
- Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum. Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girişmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre bir hırsa,bir sabırsızlığa kapılıyordu;siyah olan ben,beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu.Bir tanesi bir yanlış yapınca ,öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu.
- Victor Hugo ölüm döşeğindeki Balzac'ı ziyaretini anılarında anlatır:
Zili çaldım. Bulutların arasında ay parlıyordu. Sokak terk edilmişti. Kimse çıkmadı, ikinci kez çaldım zili. Kapı açıldı. Elinde mumla bir hizmetçi kız çıktı. "Beyefendi ne emrederler?" Ağlıyordu. Adımı söyledim. Düz zemin üzerinde duran ve şöminenin karşısındaki konsolun üzerinde Balzac'ın David D'Anger yapımı kocaman mermer büstünün bulunduğu salona alındım. Salonun ortasında, altı tane altın kaplama, zarif heykel ayaklar üzerinde duran zengin masanın üzerinde bir ışık yanıyordu. Başka bir kadın geldi, aynı şekilde gözyaşları içindeydi ve şöyle söyledi: "Ölüyor. Madame odasına çekildi. Doktorlar dün umutlarını kestiler. Sol bacağında bir yarası var ve kangrene dönüşmüş durumda. Doktorlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ödem sonucu vücudunda yağ toplanmaya başlandığını söylüyorlar. Et ve derisindeki yağ tabakası o kadar sertleşmiş ki, delip sıvıyı akıtmak mümkün değilmiş. Bir ay önce beyefendi bir mobilyanın köşesine çarparak kendisini yaralamıştı...Sabah saat dokuzdan beri konuşmuyor artık... Yataktan dayanılmaz bir koku geliyordu. Yorganları kaldırdım ve Balzac'ın elini tuttum. Eli ter içindeydi, sıktım. Elini sıkışıma karşılık veremedi...Hastabakıcı bana, "Gün doğarken ölecek," dedi. Merdivenlerden aşağı indim ve bu canlı yüzün resmini zihnime kazıyarak yanımda götürdüm. Salona girdiğimde yine büstle karşılaştım, hareketsiz, hissiz, yüce ve belirsiz bir ışıltı yayan büst ve ölüm ile ölümsüzlük arasında bir karşılaştırma yapmaktan kendimi alamadım. - Fakat gözlerini hırs bürümüş bu insanların bütün kentlerden, bütün köy ve kasabalardan akıp gelmeleri ne kadar da hüzün vericidir. Yalnızca asalet armalarını altınla daha iyi yaldızlamak isteyen gerçek soylular, gözü pek serüven düşkünleri ya da yiğit askerler değil, İspanya'nın tüm pisliği ve çamuru da Palos'a ve Cadiz'e akın ediyor, altın ülkesinde daha karlı bir iş edinme hevesine düşmüş bütün damgalı hırsızlar, yol kesen eşkıyalar, çapulcular, borçlular, yaşamlarını çekilmez kılan karılarından kaçıp kurtulmak isteyen kocalar, umutsuzlar ve işlerinde başarısızlığa uğrayanlar, kısacası İspanyol adliyesinin aradığı ne kadar çapulcu ya da hırsız varsa, tümü de Eldorado'ya gidecek olan filoya başvuruyor. Bir hamlede zengin olmak için her zorbalığı yapmaya ve her cinayeti işlemeye karar vermiş çapulcu ve sokak serserilerinden oluşan çılgın bir tutku seli.
- ''Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz"
- Ama unuttukları bir şey vardı. Mehmet de bir hülya adamıdır, hem de düşlerini gerçekleştrimede eşine az rastlanan bir hülya adamıdır. Bu dört kalyon, Haliç Limanı'nda, kendilerini güven içinde sandıkalrı bir sırada o, hayal zenginliği bakımından akıllara durgunluk veren bir plan üzerinde çalışıyordu, savaş tarihinde örneğini Anibal ve Napoleon'un kişiliğinde görebildiğimiz atak bir plan. Bizans, Sultan'ın önünde duran som altından bir meyveydi ve o, bunu ele geçiremiyordu.....(...) ... Mehmet, savaş tarihinde benzerine rastlayamadığımız bir plan yaparak, dış denize eli kolu bağlı, öylece bekleyen donanmsını karadan yürütüp iç denize, Haliç Limanı'na taşımaya karar veriyor. Yüzlerce gemiyi dağlık bir araziden geçirmeyi amaç edinen, insanın aklına durgunluk veren bu çılgınca düşünce...
- Artık yanına kimse yaklaşmayı göze alamaz olmuştu; Handel tam üç hafta boyunca odasından dışarı çıkmadı. Yemeği önüne konulduğu zaman sol eliyle acele acele ekmeği ufalarken sağ eliyle yazmayı sürdürüyordu.
- Yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır. Tek bir kişiye yıllar boyu kul köle olur. Sezar, Büyük İskender ve Napoleon'lara olduğu gibi; çünkü o, kendisine benzeyen, kendisi gibi ele avuca sığmaz insanları sever.
- İnsan yaşamına çok ender olarak inen o bir tek saniyelik büyük an, kendisinden yararlanmasını bilmeyenlerden işte böylesine müthiş öç alır. Basiret, buyruğa boyun eğme, çaba, akıl ve sağduyu gibi bütün insanlık erdemleri, yazgıyı belirleyen o büyük anın tutuşturduğu ateş içinde eriyip işte böyle yok olur. O büyük an, korkakları horlayarak geri iter ve yeryüzünün bir başka tanrıları olan yüreklileri ise, ateşli kolları arasına alıp gökyüzüne, yiğitlerin yanına götürür.
- Goethe bir konuşmasında şiirleri için "duygularımın anı defteri" demişti ve anı defterinin hiçbir sayfası, onun bu içten duygularını, bu hüzünlü belgeler kadar açık bir biçimde önümüze sermemiştir.