Tek yapmam gerekenin arkamı dönmek olduğunu, böylece hiçbir mesele kalmayacağını düşündüm. Fakat güneşten ışıldayan bütün bir kumsal beni arkamdan itiyordu. Pınara doğru birkaç adım attım. Arap kımıldamadı. Ne de olsa epeyce uzaktaydı. Belki yüzündeki gölgeler yüzünden, güler gibi bir hali vardı. Güneş yüzümü yakmaya başlıyordu, ter damlalarının kaşlarımda biriktiğini hissettim, tıpkı annemi gömdüğümüz günkü güneşti ve bu tıpkı o zamanki gibi en çok alnım ağrıyor, tüm alın damarlarım, derinin altında hep birden atıyordu. Bu yanma hissine dayanamaz hale gelince, ileriye doğru hareket yaptım. Bunun budalaca bir şey olduğunu, bir adım atmakla güneşten kurtulamayacağımı biliyordum. Ama ileriye doğru bir tek adım attım. Bu sefer Arap yerinden doğrulmaksızın bıçağını çekip, güneşin altında bana gösterdi. Işık, çeliğin üzerinden fışkırdı; alnıma kadar ulaşan uzun ve parlak bir kılıcı andırıyordu. Aynı anda, kirpiklerimde biriken ter, birdenbire gözkapaklarımın üzerine aktı, onları ılık ve kalın bir perdeyle örttü. Bu gözyaşı ve tuz perdesinin arkasından gözlerim bir şey göremez olmuştu. Sadece güneşin alnımdaki zonklayışını ve belirsiz bir şekilde de, karşımdaki bıcaktan fışkırmaya devam eden parlak ışık kılıcını seziyordum. Bu yakıcı kılıç kirpiklerimi kemiriyor, acıyan gözlerimi oyuyordu. İşte o an, her şey titreşti. Denizden koyu ve ateşli bir soluk geldi. Sanki gökyüzü boydan boya yarılmış da ateş yağdırıyor gibi geldi. Bütün benliğim gerildi, tabancamın üzerindeki elim kasıldı. Tetik oynadı, kabzanın cilalı yüzü elime değdi. İşte her şey o an, o hem sert, hem sağır edici gürültünün içinde başladı. Teri de güneşi de silkeledim. Günün dengesini bozduğumu, üzerinde mutlu anlar geçirdiğim kumsalın olağanüstü sessizliğini mahvettiğimi anladım. O zaman, hareketsiz vücuda dört el ateş ettim, kurşunlar birbiri peşi sıra bu vücuda gömüldü. Felaketin kapısına vurduğum dört sert darbeydi sanki bunlar.
Diğer Albert Camus Sözleri ve Alıntıları
- Sessizlik içindeki Mersault, bu gözyaşı ve güneş yüzlü yaşamı, bu tuz ve sıcak taştaki yaşamı sevmek ve ona hayranlık duymak için kendinde taşkın, derin güçler buluyordu; onu okşamakla, kendisindeki bütün aşk ve umutsuzluk güçleri birleşecekmiş gibi geliyordu. Yoksulluğu ve eşsiz zenginliği buradaydı. Sanki sıfıra inerek oyuna yeniden başlıyor gibiydi, ama bu kez kendi güçlerinin ve kendisini yazgısının karşısında sıkıştıran duru ateşin bilincindeydi.
- İzleyen günlerde, Mersault üzerindeki bu uyuşukluğa karşı koymaya çalıştı. Günler, bahçe kapısının gıcırtısı ve sayısız sigarayla dolu geçerken, bir sıkıntı onu bu yaşama iten davranışla, bu yaşam arasındaki uyuşmazlığın boyutunu gösteriyordu.
- Evet, benden daha doğal az kimse bulunur. Yaşamla uyuşmam eksizdi, yaşama ilişkin hiçbir alayı, hiçbir büyüklüğü ve hiçbir köleliği reddetmeden, yukarıdan aşağıya yaşama katılıyorum.
- Vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe tanınan bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. Bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam anlamıyla kuduruyordu. Karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. Sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. O zaman ne yaptı dersiniz? Onu aldatmaktan vaz mı geçti? Hayır. Öldürdü onu.
- Dostluk ise daha sadedir. Uzun sürelidir ve elde edilmesi zordur, ama bir kez elde edildi mi, artık ondan kurtuluş yoktur, gereğini yerine getirmek gerekir. Hele hele hiç sanmayın ki, dostlarınız her akşam size telefon edip dostluk gereği o akşam intihara mı karar verdiniz ya da düpedüz arkadaşa mı ihtiyacınız var, dışarı çıkacak durumda mısınız diye soracaklar. Hayır, eğer telefon ederlerse, bu, sakin olun, yalnız olmadığınız ve yaşamın güzel olduğu bir akşam vakti olacaktır. İntihara ise daha çok onlar itecektir sizi, onlara göre, kendinize karşı göreviniz gereği. Dostlarımızın bizi çok yüceltmesinden Tanrı korusun bizi, aziz bayım. Görevi bizi sevmek olanlara, yani yakınlarımıza, müttefiklerimize (ne deyim!) gelince, başka bir derttir bu. Gerekli sözcüğü söyler onlar, ama bu, daha çok, işlerine gelen bir sözcüktür; tüfek atar gibi telefon ederler. Ve de vururlar. Ah!
- Biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir.
- Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır.
- Kaldı ki, hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim .
- Bugün annem öldü veya dün tam hatırlamıyorum.
- ''Tabii, umut, bir yolun dönemecinde, var hızla koşarken, birden yetişen bir kurşunla yere serilivermekti.''