Tam 85 sorti yapıldı, malzemelerin hemen hepsi Lübnan'ın Beyrut Havaalanı'na götürüldü. Bir seferinde merakımızı yenemedik ve sandıkları açtık. Sandıklarda Kırıkkale yapımı silahlar, toplar ve binlerce mermi vardı. Ben beş kez gittim Lübnan'a. Kıbrıs üzerinden gittik hep. O zaman Kıbrıs, İngiltere kontrolünde. Hava sahalarından geçmek zorundayız. Biz havalanmadan önce, Korkmayın, İngilizler size uyarıda bulunurlarsa parolayı söyleyin derlerdi. Parola, Viktorya'ydı!...
Kıbrıs üzerine geldiğimizde İngiliz uçakları bizi çevirdi. Ancak Viktorya deyince bırakırlardı. Silahları Beyrut Havaalanı'nda Müslümanlarla çarpışan Hıristiyan milislere teslim ederdik. Müslümanlar o yıllarda giderek güçlenen Nasır taraftarıydılar. Arap milliyetçiliği çığ gibi büyüyordur.
Ankara bize hep uyarıda bulunurdu: Aman dikkatli olun, Hıristiyanların içinde Ermeniler var. Uçağınızın başından ayrılmayın, yakıtın içine şeker koyarlar. Silahlar boşaltılırken uçağın yanında sandviç ve kolalarla karnımızı doyurup hemen Ankara'ya dönerdik.
Diğer Doğan Yurdakul Sözleri ve Alıntıları
- İlk kez gördüğü Ankara, Paris'ten sonra ona, küçük bir taşra kasabası gibi geldi...
- Eski bir İngiliz geleneğiydi;soylu ailelerin erkek çocuklarına,delikanlılık çağına geldiklerinde bir kılıç ve bir pipo takımı hediye edilirdi.Hediye edilen pipo takımı, soylu çocuk doğduğu gün bir uşağa verilir ve onun kullanması istenirdi.Amaç, yıllarca uşak tarafından kullanılan pipoların, ısırgan otu tadından kurtulup, zehri özümseme yeteneğini geliştirmesiydi.Çocuk büyüyene kadar pipolar, sağlıklı bir içime hazırlanmış olurdu.
Pipo kullanma yaşına gelen asilzadenin delikanlı oğlu da böylece hiç emek harcamadan iyi bir pipo takımının sahibi olurdu... - Babam 1962 yılında 62 yaşında iken İstanbul ve bölgesi merkez şefliğine veya diğer bir adıyla İstanbul ve bölgesi emniyet baş müfettişliğine tayin edilmiş. Trakya, Bursa, İzmit'in de dahil olduğu geniş ve önemli bir bölgenin başına geçmişti. Bir hafta sonra Bursa'ya gittik. Babam daireye gidecekti. Benim de isteğim üzerine birlikte yola çıktık. Daireye uğrayıp bir müddet kaldıktan sonra Bursa'da ki görevlilerle birlikte iki katlı küçük bir eve gittik. Evde yerde bağdaş kurmuş oturan, iki sakallı adamla ayakta duran iriyarı muhafız tipli birkaç adam vardı. Oturanlar biz girince ayağa kalktılar. Babam adamlardan daha yaşlısı ile tercüman vasıtasıyla bir şeyler konuştu. Ben yanlarında fazla kalmayıp dışarı çıktım, şoförlerin yanına gittim."Bunlar da kim böyle?" diye sorduğumda İran'dan sürülen bir şahıs olduğunu, Türkiye'de misafir edileceğini söylediler... Yıllar sonra babamla konuşan o yaşlıca sakallı adamın dünyanın ve İran'ın kaderini değiştireceğini nereden bilebilirdim? O adam İran'ın dini lideri Ayetullah Humeyni idi.
- Görünen o ki; 1958 yılı Türk dış politikası açısından hayli hareketli geçiyordu...
Ankara Etimesgut'taki 12. Üs'te hava kararmaya başlarken, C-47 uçaklarına büyük bir gizlilik içinde sandıklar yükleniyordu. Malzemelerin yüklenmesine DP iktidarının Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu bizzat nezaret ediyordur.
Bazı pilotlar uçaklara ne yüklendiğini merak edip sorsalar da, hep "yiyecek içecek taşındığı" yanıtını alıyorlardı. Yüklenen uçakların uçuş yönü Lübnan'ın Beyrut Havaalanıydı: - Tam 85 sorti yapıldı, malzemelerin hemen hepsi Lübnan'ın Beyrut Havaalanı'na götürüldü. Bir seferinde merakımızı yenemedik ve sandıkları açtık. Sandıklarda Kırıkkale yapımı silahlar, toplar ve binlerce mermi vardı. Ben beş kez gittim Lübnan'a. Kıbrıs üzerinden gittik hep. O zaman Kıbrıs, İngiltere kontrolünde. Hava sahalarından geçmek zorundayız. Biz havalanmadan önce, "Korkmayın, İngilizler size uyarıda bulunurlarsa parolayı söyleyin" derlerdi. Parola, Viktorya'ydı!...
Kıbrıs üzerine geldiğimizde İngiliz uçakları bizi çevirdi. Ancak Viktorya deyince bırakırlardı. Silahları Beyrut Havaalanı'nda Müslümanlarla çarpışan Hıristiyan milislere teslim ederdik. Müslümanlar o yıllarda giderek güçlenen Nasır taraftarıydılar. Arap milliyetçiliği çığ gibi büyüyordur.
Ankara bize hep uyarıda bulunurdu: "Aman dikkatli olun, Hıristiyanların içinde Ermeniler var. Uçağınızın başından ayrılmayın, yakıtın içine şeker koyarlar." Silahlar boşaltılırken uçağın yanında sandviç ve kolalarla karnımızı doyurup hemen Ankara'ya dönerdik. - Emekli Pilot Albay Hüseyin Avni Güler, 27 Mayıs Hareketi'nden sonra kısa bir süre MAH ile Milli Birlik Hükümeti arasındaki koordinasyonu sağladı. 1992 yılında Soner Yalçın'la yaptığı görüşmede tarihi bir olayı ilk kez açıklıyordu: Türkiye'nin Lübnan'daki Hıristiyanlara silah yardımı yaptığı bugüne kadar basında hiçbir yer almamıştı...
Emekli Pilot Albay Güler, anlatmaya devam ediyordur:
Yine bir sorti sırasında bizimkilerin haberi yok, Beyrut Havaalanı Müslümanların eline geçmiş. Pilot Binbaşı Rıza Kalaycıoğlu ve ekibi bunu bilmeden Beyrut'a iniyorlar. Müslümanlar, ekibi esir alıp uçağa el koydular. Tam bir yıl hapiste kaldı bizimkiler. Sonra Lübnan iç savaşı bitince Türkiye'ye iade edildiler.
Bu tarihi olayı yaşayan sadece emekli Pilot Albay Hüseyin Avni Güler değildi. Emin Karayavuz da meslektaşı Güler'in anlattıklarını doğruluyordu. Emekli pilot albaylar Ahmet Özsungur, Talat Alpay, Abdül Oksal, Nevzat Balaban, Hasan Bezcioğlu olayın öteki tanıklarıydı.... - Savaşın ve Nazi işgalinin yaralarını yeni yeni sarmakta olan Paris, genç Hiram Abas'ın gittiği günlerde Fransa'nın Vietnam'da sürdürdüğü sömürge savaşını protesto gösteri-leriyle çalkalanıyordu. Aynca Paris sokakları. ABD'deki McCarthy'ci komünist avcılığının sonucu olarak kankoca Rosenberglerin casusluk suçlamasıyla idama mahkûm edil-melerine karşı gösterilerle de sarsılıyordu. Hiram Abas'ın ad-larını lise sıralarında öğrendiği aydınlar, bu gösterilerin ba-şını çekiyordu: Sartre, Camus, Aragon, Picasso... "Türküm" dediği Fransızlar ona hemen Nâzım Hikmet'i soruyorlardı. Türkiye'de yasak olan Nazınım şiirleri, onun gidişinden bir yıl önce Fransızca olarak yayımlanmıştı. Ünlü şairlerin dizelerinden şarkılar besteleyen Yves Montand. sahnede Nâzım'ın şiirlerini de okuyordu, hatta Kerem Gibi" şiirine plak yapmıştı. " "Vatan haini, komünist" diye bildiği şairin yurtdışında bu kadar sevilmesini içine sindirememişti.