Soluk benizli eski öğrenci, keyifsiz ve yorgun bir halde, kendisiyle konuşmak isteyen çok az kişiden bile kaçarak bu açık havada her gün yürüyüşlere çıkıyordu. Doktor, reçetesinde onun için damlalar, balık yağı, yumurta ve soğuk duş öneriyordu. Bunlardan hiçbirinin yararının olmaması şaşılacak bir şey değildi. Sağlıklı her insanın bir amacı ve bir anlamı olmalıydı. Genç Giebenrath ise her ikisini de yitirmişti. Babası artık onun bir memur olmasını ya da bir sanat öğrenmesini istiyordu. Çocuk hâlâ zayıftı, biraz daha güçlenmesi gerekiyordu. Ancak o zaman onunla bu sorunu hemen konuşup, ciddi bir karara varırlardı. İlk anlaşılmaz tepkileri bastırıldığından ve intiharı düşünmekten vazgeçtiğinden beri Hans kolay heyecanlanan ve belli aralıklarla kederlenen kişiliğini bırakmış, onun yerine, yumuşak ve bulanık bir suyun dibine batar gibi yavaşça ve savunmasızca sürekli bir hüzne gömülmüştü. Hans şimdi sonbahar çayırlarında başıboş yürüyüşler yapıyor, mevsimin üzerinde bıraktığı etkiye karşı duramıyordu. Yılın sona erişi, yaprakların sessizce dökülüşü, koyu kırmızı tarlalar, sabahın ilk saatlerindeki o koyu sis, yeşilliğin yaşlanıp bitkin düşerek yok oluşu, bütün hasta insanlara yaptığı gibi onu ağır, umutsuz bir hırçınlığa, son derece kederli düşüncelere boğuyordu. Hans yeşillikle birlikte kuruyup uykuya dalmayı, ölmeyi istedi. Bu isteği öyle güçlüydü ki, yaşama oldukça inatla sarılan gençlik içgüdülerine karşı geliyordu.
Diğer Hermann Hesse Sözleri ve Alıntıları
- "...Sık sık anne ve babam hakkında da yine böyle düşünmüşümdür. Onlar sanır ki, ben kendi çocuklarıyım ve kendileri gibiyim. Ama her ne kadar kendilerine sevgi beslemem gerekse de, gerçekte onlara yabancı, onların anlayamayacağı biriyim. Benim başlıca önemli gördüğüm şeyi, yani ruhumu fazla önemsemez, buna verdiğim önemi gençliğime sayar, yahut benim bir kaprisim gözüyle bakarlar. Öte yandan beni sever, benim uğruma hiç bir özveriden geri kalmazlar. Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde."
- İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü.
- Sızlanıp yakınacaksın da eline ne geçecek? Her şeyin hayırlı bir yol izleyip olması gerektiği gibi olduğunu, hiçbir şeyin başka türlü olamayacağını gerçekten göremiyor musun?
- O zamanlar kendini harcamış, yaşam denilen şeye tümüyle gözlerini kapamıştı. Yaşam da buna uymuş, kendisine hiçbir istek yöneltmemişti. Bunun sonucu olarak toplumdan soyutlanmış, işi haylazlığa vurmuş, yaşamın dışında sadece bir seyirci konumunda bulunmuştu.
- İşime geldiği gibi yaşadım hep, elimin altında bol bol özgürlük ve güzellik vardı, ama ben hep yalnız kaldım.
- Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde.
- Bilmediği şey değildi, biri kalkıp mutluluğuyla ya da erdemliliğiyle böbürlenip büyüklendi mi, bunun arkasında bir bit yeniği olurdu hep.
- Cumartesi akşamını yaptık. Bütün bir hafta canını dişine takıp çalıştıktan sonra, bu akşamın insana ne hoş geldiğini bilemezsin sen.
- Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara, özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar, radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.
- "Senin ruhun bütün dünyadır,"