Siddhartha ve Govinda, Savathi kentinde Jetavana korusunda, Buddha'yı buldular. Govinda, Buddha'nın öğretilerinden hemen etkilenerek ona katıldı. Oysa Siddhartha Buddha'ya şunları söyledi:
Sizin Buddha olmadığınız, binlerce Brahmin'in, Brahmin oğlunun ulaşmaya çabaladığı en yüce ereğe ulaşmadığınız bir an bile geçmedi aklımdan. Bunu kendi arayışınızla kendi yolunuzda, düşüncede yoğunlaşmayla, bilgiyle, aydınlanmayla yaptınız. Öğretilerden hiçbir şey öğrenmediniz; ben öyle düşünüyorum ki Ey Yüce Kişi öğretilerle kimse kurtuluşa eremez. Ey Yüce İnsan, aydınlanma anında size neler olduğunu sözlerle ya da öğretilerle anlatamazsınız kimseye. Aydın Buddha'nın öğretileri çok şeyi içeriyor, çok şeyi, dürüst yaşamayı, kötülükten kaçınmayı öğretiyor. Ama bu açık, değerli öğretinin içermediği bir tek şey var: onda Yüce Kişi'nin kendi yaşadıklarının, yüzbinlerce kişi içinde yalnız onun yaşadıklarının gizi yok. Sizin öğretilerinizi dinlediğim zaman bunu düşünüp bunu anladım. İşte bunun için gideceğim kendi yoluma; daha başka, daha iyi bir öğreti aramak için değil; çünkü biliyorum ki yok böylesi; tüm öğretileri, bütün öğretmenleri bırakıp kendi ereğime yalnız başıma ulaşmak - ya da ölmek - için. Şu var ki bu günü, gözlerimin gerçekten ermiş bir insan gördüğü şu anı hep anımsayacağım, ey Yüce İnsan. Size katılanların, hepsinin öğretileri izlemesidir dileğim. Ereklerine ulaşmalarını dilerim. Başka bir yaşamı yargılamak bana düşmez. Ben kendi yaşamımı yargılamalıyım. Ben, benimden kurtulmaya çalışıyorum. Ey Yüce İnsan, ben sizin izleyicilerinizden biri olsaydım, korkarım bu ancak yüzeyde böyle olacaktı; huzurluyum, kurtuluşa erdim diye kandıracaktım kendimi, oysa aslında Ben'im yaşamaya, büyümeye devam edecekti; çünkü Ben'im, sizin öğretilerinize, size, keşişler topluluğuna olan bağlılığıma ve sevgime dönüşecekti.
Bunun üzerine; Buddha yarı gülümseyerek, gölgesiz bir açıklıkla, dostlukla, gözlerini kırpmadan baktı yabancıya; sonra belli belirsiz bir hareketle ona gitmesini işaret etti ve son olarak; Akıllısın ey Samana, akıllıca konuşmayı biliyorsun. Gereğinden fazla akıllı olmamaya dikkat et. dedi. Buddha uzaklaşıp gitti; bakışı, kırık gülümseyişi Siddhartha'nın anısına çakıldı kaldı.
Kimsenin böyle bakıp güldüğünü, böyle oturup böyle düşündüğünü görmedim diye düşündü Siddhartha. Ben de böyle bakıp gülebilmek, böyle oturup yürüyebilmek isterdim; böylesine özgür, böylesine değerli, böylesine ölçülü, böylesine içten, böylesine çocukça ve gizemli. İnsan ancak Ben'ini yendikten sonra böyle bakıp böyle yürüyebilir. Ben de yeneceğim Ben'imi diyerek kendine söz verdi.
Şimdiye dek önünde gözlerimi yere indirdiğim tek insan tanıdım, diye düşündü. Başka kimsenin önünde yere indirmeyeceğim bakışlarımı. Başka kimsenin öğretisi çekmeyecek beni; Buddha'nınki çekemedikten sonra dedi Siddhartha.
Buddha bende olan herşeyi aldı diye düşündü. Beni soydu; gene de çok daha değerli birşey verdi bana. Eskiden beri bana inanan dostumu (Govinda'yı) aldı benden; şimdi ona inanıyor o dostum; benim gölgemdi o; şimdiyse O'nun Gotama'nın gölgesi oldu. Ama SİDDHARTHA'YI verdi bana, kendimi verdi.
Bu düşünceler içerisindeki Siddhartha bundan sonraki yaşamını, sıradan, normal insanlar gibi yaşamaya, hayatı olduğu gibi kabul etmeye, her türlü öğretinin, sıradan bir yaşam içinde saklı olduğuna inanarak sürdürmeye karar verdi. Bu yaşamıyla Ben'ini yenerek, gerçek bir aydın kişi,ermiş kişi olmayı başardı.
Diğer Hermann Hesse Sözleri ve Alıntıları
- "...Sık sık anne ve babam hakkında da yine böyle düşünmüşümdür. Onlar sanır ki, ben kendi çocuklarıyım ve kendileri gibiyim. Ama her ne kadar kendilerine sevgi beslemem gerekse de, gerçekte onlara yabancı, onların anlayamayacağı biriyim. Benim başlıca önemli gördüğüm şeyi, yani ruhumu fazla önemsemez, buna verdiğim önemi gençliğime sayar, yahut benim bir kaprisim gözüyle bakarlar. Öte yandan beni sever, benim uğruma hiç bir özveriden geri kalmazlar. Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde."
- İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü.
- Sızlanıp yakınacaksın da eline ne geçecek? Her şeyin hayırlı bir yol izleyip olması gerektiği gibi olduğunu, hiçbir şeyin başka türlü olamayacağını gerçekten göremiyor musun?
- O zamanlar kendini harcamış, yaşam denilen şeye tümüyle gözlerini kapamıştı. Yaşam da buna uymuş, kendisine hiçbir istek yöneltmemişti. Bunun sonucu olarak toplumdan soyutlanmış, işi haylazlığa vurmuş, yaşamın dışında sadece bir seyirci konumunda bulunmuştu.
- İşime geldiği gibi yaşadım hep, elimin altında bol bol özgürlük ve güzellik vardı, ama ben hep yalnız kaldım.
- Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde.
- Bilmediği şey değildi, biri kalkıp mutluluğuyla ya da erdemliliğiyle böbürlenip büyüklendi mi, bunun arkasında bir bit yeniği olurdu hep.
- Cumartesi akşamını yaptık. Bütün bir hafta canını dişine takıp çalıştıktan sonra, bu akşamın insana ne hoş geldiğini bilemezsin sen.
- Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara, özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar, radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.
- "Senin ruhun bütün dünyadır,"