Sen de çok iyi bilirsin ki aşk denilen şey biyolojik bir olay.Ama ozanlar bu basit olguyu süsleyip püslediler, insanlığa olağanüstü bir olaymış gibi yutturdular.Neyse ki aşk, yirminci yüzyılda bir makinenin altında kalıp öldü de, bu büyük yutturmaca sona erdi.Her yeni aşk romanı, aşk için yazılmış bir mezar taşıdır.Mezar taşını kim okur dostum.
Diğer Turgut Özakman Sözleri ve Alıntıları
- Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
-Paşam birde beni dinlemenizi rica ediyorum
Nazır bıkkınlıkla;
-Söyle bakalım. dedi
-Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım.Her rütbem de binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.
Harbiye nazırı bozuldu
-Anlamadın galiba Harbiye nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sukunetle
-Anlıyorum efendim dedi,
Apoletlerini bir hamlede söküp masasına bıraktı:
-Artık emirlerinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü.
Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular..... - "Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz." ...............
Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
-Paşam birde beni dinlemenizi rica ediyorum
Nazır bıkkınlıkla;
-Söyle bakalım. dedi
-Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım.Her rütbem de binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.
Harbiye nazırı bozuldu
-Anlamadın galiba Harbiye nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sukunetle
-Anlıyorum efendim dedi,
Apoletlerini bir hamlede söküp masasına bıraktı:
-Artık emirlerinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü.
Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular..... - "Muhabere Teğmeni İhsan." Nalıncı yokuşundaki türbenin sandukası altına iki tane ağır makineli tüfek saklamıştık. Bu
tüfekleri İngilizlere selamlata selamlata caddelerden geçirip de öcümü almazsam, yazıklar
olsun bana!" - "Binbaşım, bu delikanlı Teğmen İhsan.."
Doktor Hasan azarladı:
"Merasimi bırak."
İhsan'a döndü:
"Ne istiyorsun?"
"Buradaki askerlerimizden biri hastalanırsa, hastaneye siz sevk ediyorsunuz değil mi?"
"Evet ama sana ne?"
"Nasıl sevk ediyorsunuz?"
Doktorun yüzü morarmaya başladı:
"Allah Allah! Adam beni sorguya çekiyor. Yazıyorum, gidiyor."
"İngiliz Komutan onaylamadan mı?"
"O onaylamadan, burada yaprak bile kımıldamaz."
Yüzbaşıya, "Bu ne şaşkoloz adam" diye homurdandı. İhsan duymazlıktan geldi:
"Binbaşım, siz her gün, birkaç askeri, veba veya kolera şüphesi ile hastaneye sevk etseniz, ne
olur?"
"Ne olacak, kıyamet kopar!"
Birden ayıldı:
Kütahya - Eskişehir Savaşına Hazırlık 73
"Yoksa senin niyetin, bulaşıcı hastalık korkusuyla İngilizleri Selimiye'den kaçırtmak mı?"
"Evet. Buraya gelmeden başhekimle konuştum, Haydarpaşa Hastanesi, istediğimiz gibi rapor
verecek."
Doktor gözlerini kıstı:
"Sonra da depolarda ne var ne yok, toparlayıp Anadolu'ya mı yollayacaksınız?"
Hikmetle Hakkı korkuyla bakıştılar. Haydarpaşa Başhekimi Ziya Bey'den, doktor hakkında
bilgi almış olduğu için İhsan sükûnetle, "Evet efendim.." dedi, "..yardımcı olmak istemez
misiniz?" - Celal Bayar Atatürk'e bağlılığını, "Atatürk'ü sevmek daima bir ibadettir" diye belirtti.
- Bir gün sonra da kadınlar İstanbul'da birkaç yerde toplandılar. Beyazıt'taki büyük mitinge Kadınlar Birliği adına Saadet Rıfat Hanım konuştu. Hükumet'e, Meclis'e ve Atatürk'e kadınların saygılarını sundu.
Ahmet Cemalettin Efendi Çınaraltı'nda oturup bir çay içmek için Beyazıt'a gelmişti. On binden fazla ve çoğu açık başlı kadını birarada görünce tansiyonu yükseldi, sakalları diken diken oldu, çarpıntısı arttı. Bu bir kuru kalabalık değildi. Bu gidişin geri dönüşü olmayacağı anlaşılıyordu.
Allah'ın rızası olmadan yaprak bile kıpırdamaz diye bilirdi. Bütün bunlar, zafer, barış, Cumhuriyet ve sonrası, kadınların bu hali, Allah'ın rızası olmadan gerçekleşebilir miydi? Allah'ın rızası varsa bu gidişe karşı çıkmak doğru muydu? Yorgun aklı büsbütün karıştı. - Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
-Paşam birde beni dinlemenizi rica ediyorum
Nazır bıkkınlıkla;
-Söyle bakalım. dedi
-Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım.Her rütbem de binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.
Harbiye nazırı bozuldu
-Anlamadın galiba Harbiye nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sukunetle
-Anlıyorum efendim dedi,
Apoletlerini bir hamlede söküp masasına bıraktı:
-Artık emirlerinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü.
Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular..... - "Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz." ...............
Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile olayı kapatalım.
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
-Paşam birde beni dinlemenizi rica ediyorum
Nazır bıkkınlıkla;
-Söyle bakalım. dedi
-Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım.Her rütbem de binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.
Harbiye nazırı bozuldu
-Anlamadın galiba Harbiye nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sukunetle
-Anlıyorum efendim dedi,
Apoletlerini bir hamlede söküp masasına bıraktı:
-Artık emirlerinizi dinlemek zorunda değilim!
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü.
Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular..... - "Muhabere Teğmeni İhsan." Nalıncı yokuşundaki türbenin sandukası altına iki tane ağır makineli tüfek saklamıştık. Bu
tüfekleri İngilizlere selamlata selamlata caddelerden geçirip de öcümü almazsam, yazıklar
olsun bana!" - "Binbaşım, bu delikanlı Teğmen İhsan.."
Doktor Hasan azarladı:
"Merasimi bırak."
İhsan'a döndü:
"Ne istiyorsun?"
"Buradaki askerlerimizden biri hastalanırsa, hastaneye siz sevk ediyorsunuz değil mi?"
"Evet ama sana ne?"
"Nasıl sevk ediyorsunuz?"
Doktorun yüzü morarmaya başladı:
"Allah Allah! Adam beni sorguya çekiyor. Yazıyorum, gidiyor."
"İngiliz Komutan onaylamadan mı?"
"O onaylamadan, burada yaprak bile kımıldamaz."
Yüzbaşıya, "Bu ne şaşkoloz adam" diye homurdandı. İhsan duymazlıktan geldi:
"Binbaşım, siz her gün, birkaç askeri, veba veya kolera şüphesi ile hastaneye sevk etseniz, ne
olur?"
"Ne olacak, kıyamet kopar!"
Birden ayıldı:
Kütahya - Eskişehir Savaşına Hazırlık 73
"Yoksa senin niyetin, bulaşıcı hastalık korkusuyla İngilizleri Selimiye'den kaçırtmak mı?"
"Evet. Buraya gelmeden başhekimle konuştum, Haydarpaşa Hastanesi, istediğimiz gibi rapor
verecek."
Doktor gözlerini kıstı:
"Sonra da depolarda ne var ne yok, toparlayıp Anadolu'ya mı yollayacaksınız?"
Hikmetle Hakkı korkuyla bakıştılar. Haydarpaşa Başhekimi Ziya Bey'den, doktor hakkında
bilgi almış olduğu için İhsan sükûnetle, "Evet efendim.." dedi, "..yardımcı olmak istemez
misiniz?"