Martin başını salladı, ama hiçbir açıklamada bulunmadı. Nasıl açıklayabilirdi. Aile bireyleriyle arasındaki korkunç zihni uçurum Martin'i dehşete düşürmüştü. Bu uçurumu aşıp da onlara durumunu anlatmasına imkan yoktu. Ne İngiliz dilinde, ne de herhangi bir dilde, onlara tutum ve davranışlarını anlatabilmesini sağlayacak kelimeler, yoktu. Martin'in hesabına, onların gözünde en yüksek davranış bir iş sahibi olmaktı. Onların ilk ve son sözleri buydu. Bütün fikirleri işte kabaca bu sözcüğe sığdırılabilirdi. Bir iş tut! Çalış! Kızkardeşi konuşurken, Martin, zavallı budala köleler diye düşündü. Kölelerin kafasını kendi köleliklerinden başka bir şeyin yorduğu yoktu. Bir iş onlar için, önünde yere kapanıp tapınılacak altından bir puttu.
Diğer Jack London Sözleri ve Alıntıları
- Avın sabrı daima avcınınkinden daha azdır.
- İlk kez hırsızlık yapıyordu. Bununla vahşi kuzey ortamında bile hayatta kalabileceğini ispatlamış oluyordu. Bu onun değişen yaşam koşullarına uyum sağlayabilme yeteneğinin bir göstergesiydi; zaten uyum sağlayamamak demek, ölmek demekti. Üstelik bu hırsızlık olayı onun yaşam savaşında önünde engel olan ahlaklı olma erdeminin paramparça oluşunun ispatıydı.
- "İçimdekileri nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Bazen öyle geliyor ki,adeta bütün dünya,bütün yaşam,her şey içime dolmuş,benden konuşmamı istiyor.Nasıl desem; büyük şeyler hissediyorum ama,iş konuşmaya geldiğinde küçük bir çocuk gibi dilim dolanıyor."
- Artık eski zamanlardan eser kalmamıştı. Denizcilik ile aşina olmuş o eller bir beyefendi eline dönüşmüş, halat sallamaktan nasır tutan parmaklar artık sosyal yaşamın nasırlarını tutar olmuştu.
- Çevrelerini saran ağır sessizlik,tıpkı denizin dibindeki dalgıcın üzerine basınç yapan su kütlesi gibi,ruhlarını eziyordu.Bu sessizlik,uçsuz bucaksız sonsuzluğun ve kaçınılmaz zorunluluğun olanca ağırlığıyla üzerlerine yükleniyor;dünya nimetlerine olan aşırı tutkularını,gelip geçici coşkularını,uçarı heveslerini! ezerek son damlasına kadar posasını çıkarıyor;büyük ve yenilmez doğa güçlerinin parmağında oynattığı,zavallı akılları ve yetersiz bilgeleriyle onları ufacık birer güneş lekesine döndürüyordu.
- ...daha sonra Ruth, prenses'ten bölümler okurken kızın dudaklarındaki kiraz lekesi gözüne martin'in gözüne çarptı. bi an için Ruth'un tanrısallığı paramparça oldu. o da topraktan yapılmıştı. toprağın yasaları, herkes için olduğu gibi onun için de geçerliydi. dudakları kendisininki gibi ettendi. kirazlar, tıpkı kendi dudaklarını boyadıkları gibi, onun dudaklarını da boyuyorlardı. bir kadındı o, tıpkı ötekiler gibi bir kadın. bütün bunlar birdenbire oldu ve onu sersemletti. sanki güneşin gökyüzünden düştüğünü ya da tapılan bir tanrısallığın kirlendiğini görmüştü..
- "İçimdekileri nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Bazen öyle geliyor ki,adeta bütün dünya,bütün yaşam,her şey içime dolmuş,benden konuşmamı istiyor.Nasıl desem; büyük şeyler hissediyorum ama,iş konuşmaya geldiğinde küçük bir çocuk gibi dilim dolanıyor."
- Artık eski zamanlardan eser kalmamıştı. Denizcilik ile aşina olmuş o eller bir beyefendi eline dönüşmüş, halat sallamaktan nasır tutan parmaklar artık sosyal yaşamın nasırlarını tutar olmuştu.
- Çevrelerini saran ağır sessizlik,tıpkı denizin dibindeki dalgıcın üzerine basınç yapan su kütlesi gibi,ruhlarını eziyordu.Bu sessizlik,uçsuz bucaksız sonsuzluğun ve kaçınılmaz zorunluluğun olanca ağırlığıyla üzerlerine yükleniyor;dünya nimetlerine olan aşırı tutkularını,gelip geçici coşkularını,uçarı heveslerini! ezerek son damlasına kadar posasını çıkarıyor;büyük ve yenilmez doğa güçlerinin parmağında oynattığı,zavallı akılları ve yetersiz bilgeleriyle onları ufacık birer güneş lekesine döndürüyordu.
- ...daha sonra Ruth, prenses'ten bölümler okurken kızın dudaklarındaki kiraz lekesi gözüne martin'in gözüne çarptı. bi an için Ruth'un tanrısallığı paramparça oldu. o da topraktan yapılmıştı. toprağın yasaları, herkes için olduğu gibi onun için de geçerliydi. dudakları kendisininki gibi ettendi. kirazlar, tıpkı kendi dudaklarını boyadıkları gibi, onun dudaklarını da boyuyorlardı. bir kadındı o, tıpkı ötekiler gibi bir kadın. bütün bunlar birdenbire oldu ve onu sersemletti. sanki güneşin gökyüzünden düştüğünü ya da tapılan bir tanrısallığın kirlendiğini görmüştü..