Kendi alın kemiği kendi yolunu tıkıyor. (Kendi alnına toslayarak alnını kana buluyor.)
O, kendini bu dünyada hapsedilmiş hissediyor, kuşatılmış hissediyor kendini; tutuklunun üzüntüsü, acizliği, hastalığı, çılgın kuruntuları onun içinde de infilak ediyor; hiçbir avuntu onu avutamaz, salt avuntu olduğu için, tutsaklığın hayvani gerçeğine karşı nazik ve baş ağrıtan bir avuntu olduğu için.
....
Bir sürü yargıcı var, ağaca tüneyen kuş ordusuna benziyorlar. Sesleri birbirine karışıyor, makam ve yetki sorunları içinden çıkılamayacak denli karışık, ve makamlar sürekli değişiyor. Ama bununla beraber insan onların arasından bireyleri ayırt edebilir.
....
Çoğunlukla uzun sürelerle duraklayan ama esasında sonsuzca süren, kendisinin ve başkasının, ama tüm hayatın eziyet eden, ağır aksak, dalga benzeri devinimi ona işkence ediyor. Çünkü bu ona sonsuz düşünme zorunluluğu getiriyor. Bazen bu işkence olayların önünde gidiyor gibi geliyor ona. Arkadaşının çocuğu olacağını öğrendiği zaman, bu doğum için kendi düşüncelerinde zaten acı çekmiş olduğunu fark ediyor.
Diğer Franz Kafka Sözleri ve Alıntıları
- Sevgili bayan Milena'ya, size önce Prag'dan, ardından da Meran'dan yazdığım kısacık mektuplarıma kesinlikle cevap beklemiyordum. Umduğum gibi karşılık yazmadınız da sevinmem gerek. Sessiz kaldığımız her gün iyi olduğumuzun işaretidir. Bu yüzden sevinmem gerek ki, iyi olduğunuzu bildiğim için.
Yarım kalmış bir düş gibi. Önümden geçip gidiyorsunuz. Masalar, sandalyeler, geçtiğimiz yer, hatta elbiseniz bile gözümün önünde. Yüzünüzün, ayrıntılarını çıkaramıyorum. Kötü bir yarım düş olsa gerek bu. Çok ilginç, hem de çok.
Yüm gece yağan yağmur nihayet durdu. Kutlayacağım bunu. Kutlama şeklim ise size yazmak. Bu amansız yağmurda insanın tek mutluluğu yabancı bir çevrede olması.
Aklımdan çıkmayan şu hastalığınız.. Benim gibi öğüt verme konusunda pek de ümit edilmemesi gerek birinden yine de duymak isterseniz "Kendinize iyi bakın. Sizi sevenlerin fedakarlığı lazım" bunları da atlatırsınız. sizden iyi haberler bekleyeceğim.
Sizden istediğim çevirilerime bir anlık bile uykunuzu feda etmemeniz. Daha sonra vicdan azabı çekmek istemem. Kendim için istiyorum. Lütfen.
Gönül ilişkilerimde edindiğim tecrübe erkeklerin daha çok acı çektiği. Aslında bu acı karşılıklıdır. Kadının çektiği acı gerçektir ama erkeğin acısı fazladır.
Siz son mektubunuzda geniş yüreklilikle teşekkür etmişsiniz bu uykusuz adama. Olayı duyan birisi olsa amma adammış diyecek sanki. Ama o adam aslında tembelin biri süt içiyor her gün, besleniyor, kendine bakıyor.
Fakat ben ne kadar basitim, keşke görebilseler içimi. Anlatabilsem, inanırlar mı?
Uykusuzluk aklıma neler getirdi. Anlamsız ve çok laf ettim. Bağışlayın beni.
Sıkılıyorum size böyle hitap etmekten. Bayan Milena yavan geliyor bu hitap bana. Yeni memuriyete atanmış bir katibin konuşması gibi. Ama elden bir şey gelmez. Yarının ne olacağı belli olmayan bir dünyada biz hastaların dayanakları bunlar olsa gerek. Sıksa bile muhtacız bunlara; güçsüzüz biz.
Üstelik benden mektup alamayınca üzülecek kadar da iyi bir insansınız..
Anladığım kadarı ile Milena ikimiz de çok çekingen ve ürkek kişileriz. Birbirimize gönderdiğimiz mektuplar o kadar çekingen o kadar korku dolu ki. Cevaplar dersen onlar ayrı bir korku kaynağı ikimize de doğuştan gelmemiş bu özellikler ama ben de huy edinmiş artık.
Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı. Halbuki bu iki kişi ürkeklik olarak bu kadar benzemeseler, biri diğerine hiç aldırış etmese açsa kapıyı çıksa dışarı odayı düzenlese. Ama hayır o da en az diğeri kadar ürküyor ve saklanıyor kapısının ardına ve o güzelim oda bomboş kalıyor ortada.
Ve bu yüzden hep ikimizi üzen yanlış anlamalar oluyor. Aslında senin anlamadığını söylediğin o mektuplar sana en yakın olduğum zamanlar yazmış olduklarım oluyor.
Geç geldi mektupların. Sana "yavrucuğum" dediğim için kızıyorsun yine bana haklısın.
Şakayı severim ama hepsinin altında bir şeyler ararım. Dünkü mektubunda ne kadar çok kullanmışsın "ve" kelimesini. Belki de bir aşağılama vardır bunda kim bilir?
Evet Milena işte viyana'da bir postahanede oturmuş kahve içiyorum şu an. Geldim Milena. Buna hala inanmıyorum. Rüya görüyorum sanki şu an.. Bugün senin sevdiğin yerleri gezeceğim.
Her tarafa "Milena" yazdım yazmayı bildiğim tek kelime bu ve ben büyük bir coşku ile bunu herkese göstermek istiyorum. Hasta olduğum için "6 ay boyunca dinlen, günlerini boş geçirmeye bak" diyorlar. Oysa bu altı ayın sadece 4 günü izin veriyorlar mutluluğa. Hala hastaysam suç bende mi peki? - Böyle gevezelik etmemin tek sebebi, her şeye rağmen senin yanında kendimi iyi hissetmem.
- Tutalım ki seni her şeyden çok seviyorum dedim, aslında bu bile sevgi sayılmaz; senin bir bıçak olman, benim de bu bıçakla içimi deşip durmamdır sevgi.
- Bir bakıma senden bağımsız durumdayım, çünkü sana karşı bağımlılığım sınır tanımıyor. "Ya hep, ya hiç." fazlasıyla büyük bir söz benim için. Ya sen benimsin, o zaman her şey yolunda demektir, ya da kaybederim seni, benim olmaktan çıkarsın, o zaman iş kötüye varmakla kalmaz, her şey çıkıp gider elimden, o zaman ne kıskançlık kalır, ne hastalık, ne korku ne de başka bir şey...
- Bak, Milena, Robinson bir gemiye tayfa yazılı o tehlikeli yolculuğa çıkmış, gemi batmış ve daha bir sürü şey geçmişti başından. Oysa yalnızca seni kaybetmem yeter, Robinson'un durumuna düşerdim ben de. Hatta onunkinden de kötü olurdu durumum. Onun bir adası, çalışmayıp dinlendiği bir cuması ve daha pek çok şeyi vardı, sonunda da bir gemi adadan yine alıp götürdü kendisini ve başından geçenleri bir düşe dönüştürdü. Ama seni yitirdim mi hiçbir şey kalmaz benim elimde, adım bile kalmaz, onu da sana verdim çünkü.
- Ateşten örülmüş uzun alevlerdir sevgilim, dolaşır yeryüzüne sarar beni.
Ama sandıklarını değil, görmesini bilenleri sürükler ardından. - Nasıl dayanırım? Onsuz yasamaya nasıl dayanacağım? Aklım almıyor. Sabahtan aksama değin sokaklarda dolasıyor, sabahlara değin penceremin önünde oturuyorum, bin bir sey geçiyor kafamdan, incecik bir oltaya takılmıs gibi sızlıyor yüreğim... Dayanılır gibi değil.
- ''Ve şimdi Milena, sen de bana sırt çeviriyorsun, uzun sürmez, biliyorum ama bak, insan buna kalbi atmadan uzun süre dayanamaz ve sen sırt çevirdiğin sürece, o kalp nasıl atar...''
- kötü'ye kapıları açmaya seni iten art niyetler senin değil, kötü'nündür.
Hayvan, hışımla çekip alır kırbacı efendisinin elinden ve kendi efendisi olmak için kendi kendisini kırbaçlar, bilmez ki bu, efendisinin kırbacına atılmış yeni düğümün yol açtığı bir hayalden başka bir şey değildir. - Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamaktır mutluluk.