JOHN FANTE, Yazar, USA-1939, TR-2011 (4.Baskı), Parantez Yayın, Çeviren: Avi Pardo, 155 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2014/04/john-fante-toza-sor-oyku.html
**(L.Angeles Halk Kütüphanesi) Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla içiçe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.
...Kitabın adı Toza Sor, yazarı ise John Fante'ydi. Fante'nin yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı.
...(Fante) sözü nasıl yazdıysa hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi ve yürekten (Charles Bukowski).**
-Kaygı beyaz saç demektir.
-Senden önce babanın aklından geçen düşünceler bunlar; sırtına kırbaç vursalar, beynini dağlasalar da senin suçun değil bu kafandan geçen; yoksul doğdun, yoksul bir köylü çocuğusun, seni günah işlemeye iten: Yoksulluk.
-Ayakkabıları varımdan yoğumdan daha değerli kadınları arzuladım.
-Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Bir teklifte bulunacağım sana. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim.
-Ağlayan kapıyı kapatıp basamaklarda durdum, sis beyaz bir hayvan gibi sarmıştı her yeri. Sisin ağır sessizliğinde bütün sesler hızlı ve net yayılıyordu ve duyduğum ses topuk sesleriydi. Bir kız belirdi.
-(Fahişe) ...nefesindeki şarap kokusu, sevecenliğinin altında yatan riyakarlık, gözlerindeki para açlığı.
...benden daha temizsin yine de, beynini satmıyorsun, acınası tenini sadece.
-Zor günler...yatakta portakal, öğlen portakal, akşam portakal. Düzinesi beş sent. Gökyüzünde güneş, midemde güneş suyu. Marketin sahibi mermi suratlı Japon, beni görünce kese kağıdına sarılırdı. Cömert adamdı, beş sente onbeş, bazen yirmi portakal verirdi bana.
...Dünyada beni seven bir şey olsaydı, tek bir şey, bir böcek, bir fare hatta, ama o da mazide kalmıştı; ona sunabileceğim en iyi şeyin portakal kabuğu olduğunu anlayınca Pedro (fare) bile terk etmişti beni.
-...hırsızlık yapmak üzereydim, aşağılık bir süt hırsızı olmama az kalmıştı. İşte yazarınız, tek öykülük yazar: Bir hırsız.
-Hemen gelme Camilla; ...bir süre için, açık gözlerle seni düşleyip açlığını çekmek istiyorum.
-Ben bir Amerikalıydım ve bundan gurur duyuyordum.
...(Los Angeles) Biz Amerikalılar kumdan ve kaktüsten bir imparatorluk yaratmıştık.
...(Doğu Amerikalılar) şehirlerinin şık rahatlığını bırakıp güneşin altında ölmeye gelmişlerdi. Ve geldiklerinde başka ve daha büyük hırsızların her şeye el koyduğunu görmüşlerdi, güneş bile onlara aitti.
...Güneş gözlüğünüz ve havalı bir polo gömleğiniz varsa Los Angeles'da polis sizi tutuklamaz. Ama ayakkabılarınız tozlu, kazağınız karlı eyaletlerde giyilen kalın kazaklardansa, yakanıza yapışır.
-Ah Camilla! Colorado'da küçük bir çocukken onlar (İngiliz kökenliler) beni iğrenç isimlerle çağırıp aşağılamışlardı, beni yağlı İtalyan diye çağırmışlar ve yaralamışlardı. O denli yaraladılar ki beni, kitaplara sığındım, içime kapandım, kasabamdan kaçtım ve bazen onları gördüğümde aynı acıyı hissediyorum, o eski yara kanıyor ve burada olmalarından mutluluk duyuyorum, köklerinden kopmuş olmalarından, gaddarlıklarının kurbanları olmalarından, güneşin altında ölüyor olmalarından. Aynı yüzler, aynı asık suratlar, kasabamdan insan manzaraları, hayatlarını güneşle doldurmaya çalışan insanlar.
-İnsanda yüzünü ağrıttığı izlenimi uyandıran bir gülümseme belirdi yüzünde.
...Dünya tozdan geliyordu ve sonunda yine toz olacaktı.
-Coşku ve güç, coşkudan doğan güç, o tadına doyulmaz duygu.
-(Camilla'ya) Burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran beyaz gerdanında ölmeme izin ver.
-...gözlerinde tavuklarda rastlanan o yaşlı kadın bakışı vardı.
-İğrenç hayvandır martı, ne bulursa yer, leş yiyicidir.
-(Kitap yayınevince kabul edildiğinde) Güneş ışığına ihtiyacım yoktu artık. Ne de dünyaya, ne de cennete. Öylece yattım orada. Ölmeye hazırdım. Başka hiçbir şey olamazdı hayatta bana. Hayatım son bulmuştu.
...Benim kitabım! Hitler'in canı cehenneme, bu Hitler'den daha mühim. Dünyayı sarsmayacak, kimseyi öldürmeyecek, tek bir mermi bile sıkmayacak ama siz onu ölünceye dek unutmayacaksınız, son nefesinizi verirken kitabımı anımsayacak ve gülümseyeceksiniz.
...Gece gündüz Ford'umda yaşıyorum.
...Hayat böyle yaşanmalıydı, gayesizce dolaşarak, bir mola bir yola devam, yolun beyaz çizgisini izle, bir sigara yak ve çölün şaşırtıcı göğünde anlamları ara boşuna.
...(Kent) Etrafımdaki yüzlere baktım. Kanı çekilmiş, gergin, endişeli, yitik yüzler. Köklerinden koparılıp güzel bir vazoya yerleştirilmiş çiçeklerden farksız yüzler. BİR AN ÖNCE BU KENTTEN ÇIKMALIYDIM.
...Bütün bu yalnızlığın içinde mükemmel bir kayıtsızlık vardı, gecenin ve yeni günün kaygısızlığı, ama tepelerin mahremiyeti, sessiz tesellisi, ölümü sıradanlaştırıyordu. Ölebilirdin ama ÇÖL ölümün sırrını ebediyen saklayacaktı. Senden sonra da var olacak, hatıranı yıllanmış rüzgarlarla, sıcakla ve soğukla örtecekti.
Diğer John Fante Sözleri ve Alıntıları
- "Her sabah bu duyguyla kalkıyordum yataktan. Şimdi kendime bir iş bulmam lazım, lanet olsun. Kahvaltı ediyor, kolumun altına bir kitap yerleştirip ceplerime kalem doldurduktan sonra kapıdan çıkıyordum. Merdivenden indiğim gibi kendimi dışarı atıyordum. Bazen sıcak oluyordu hava, bazen soğuk, bazen sisli, bazen açık. Koltuğumun altında kitapla iş aramaya çıktığım için önemi yoktu havanın.
Ne işi, Arturo? Ha, Ha! Sana iş, öyle mi? Kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! Yengeç katili. Hırsız. Elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! Ne kadar gülünç! Ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. Hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, Arturo? Neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? Neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? Cevap var bana, hırsız! Kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? Ama kasabının öteki ucunda bir park var, Arturo. Banning Parkı adı. Harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, Arturo. Ne kitap okunur orda! Oraya git, Arturo. Nietzsche oku. Schopenhauer. O muhteşem adamlarla geçir zamanını. İş mi? Peh! Oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken." - Tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap! Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Bir teklifte bulunacağım sana. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim. Ve lütfen Tanrım, bir ricam daha olacak: annemi mutlu kıl. İhtiyar o kadar önemli değil, onun şarabı var ve sıhhati yerinde, ama annem her şeye kaygılanır. Amin.
- İçimdeki zavallılık hissi kayboldu birden. Hayat sürüyordu, daktilo vardı, kağıt vardı, onları görmek için göz vardı, onlara hayat verecek düşünceler vardı.
- "Her sabah bu duyguyla kalkıyordum yataktan. Şimdi kendime bir iş bulmam lazım, lanet olsun. Kahvaltı ediyor, kolumun altına bir kitap yerleştirip ceplerime kalem doldurduktan sonra kapıdan çıkıyordum. Merdivenden indiğim gibi kendimi dışarı atıyordum. Bazen sıcak oluyordu hava, bazen soğuk, bazen sisli, bazen açık. Koltuğumun altında kitapla iş aramaya çıktığım için önemi yoktu havanın.
Ne işi, Arturo? Ha, Ha! Sana iş, öyle mi? Kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! Yengeç katili. Hırsız. Elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! Ne kadar gülünç! Ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. Hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, Arturo? Neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? Neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? Cevap var bana, hırsız! Kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? Ama kasabının öteki ucunda bir park var, Arturo. Banning Parkı adı. Harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, Arturo. Ne kitap okunur orda! Oraya git, Arturo. Nietzsche oku. Schopenhauer. O muhteşem adamlarla geçir zamanını. İş mi? Peh! Oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken." - Tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap! Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Bir teklifte bulunacağım sana. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim. Ve lütfen Tanrım, bir ricam daha olacak: annemi mutlu kıl. İhtiyar o kadar önemli değil, onun şarabı var ve sıhhati yerinde, ama annem her şeye kaygılanır. Amin.
- İçimdeki zavallılık hissi kayboldu birden. Hayat sürüyordu, daktilo vardı, kağıt vardı, onları görmek için göz vardı, onlara hayat verecek düşünceler vardı.
- O anda mutfakta olan kadın annem değildi. Hayır, hayır boşuna ısrar etmeyin. İşte annem, şu büyük şapkalı kadın. Neden onun hakkında hiçbir şey hatırlayamıyorum? Neden bu kadar küçük doğmuştum? On dört yaşında doğamaz mıydım? Tek bir şey bile hatırlamıyordum. Ne zaman değişmişti annem? Neden değişmişti? Nasıl yaşlanmıştı? Bir gün annemi o resimdeki kadar güzel görürsem evlenme teklifinde bulunmaya karar verdim.
- ''Merhaba, peder!'' dedim. ''Harika bir deprem, değil mi? Başınız kanıyor.''
- Üzümün kardeşliği!Her kasabada görürsünüz onları; kıraathanelerin önünde aylak aylak oturup geçen her eteğin arkasından iç geçiren yaşlı hergeleler.
- "Bazen bir fikir zararsızca odada uçuşuverirdi. Minik, beyaz bir kuş gibi. Kötü değildi niyeti. Tek isteği bana yardımcı olmaktı zavallı kuşun. Ama onu daktilonun tuşları ile örseler, canına okurdum ve ellerimde ölürdü."