İrkilerek ayağa fırlıyorum. Düşünmenin önüne geçebilsem, hiç de fena olmayacak. Düşünceler her şeyden daha tatsız. Yaşayan etten bile tatsız. Uzanıp dururlar, bitmez tükenmezler ve insanın ağzında acayip bir tat bırakırlar. Sonra, düşüncelerin içinde kelimeler var; tamamlanmamış kelimeler, eksik kalmış cümleler. Durmadan geri gelirler. Bitirmem gere...Varolu...Ölüm...Bay de Rollebon öldü. Değilim...Varolu... Böyle sürüp gidiyor, bitmek bilmiyor bir türlü. Bu hepsinden kötü, çünkü kendimi bu işe katışmış ve sorumlu buluyorum. Sözgelimi şu çeşit acılı geviş getirmeye benzeyen varoluşmaktayım yok mu, işte onu sürdüren benim. Evet ben. Gövde, bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben sürdürür, ben geliştiririm. Varoluşmaktayım. Varoluşmakta olduğumu düşünüyorum. Şu varoluşma duygusu ne kıvıl kıvıl bir şey! Onu ben sürdürüyorum yavaşça. Düşünmemi durdurabilseydim...Çabalıyorum buna, başarıyorum. Kafamın içi dumanla doluyor gibi...ama işte yeniden başladı. Duman...düşünmemek...Düşünmemek istemiyorum. Düşünmek istemediğimi düşünüyorum. Düşünmek istemediğimi düşünmemem gerek. Bitmek bilmeyecek mi bu? (s.151) ***********
Diğer Jean Paul Sartre Sözleri ve Alıntıları
- Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç ya çok erkendir.
- ''Bu sevinçli,akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım.Bütün bu adamlar,vakitlerini dertleşmekle,aynı fikirde olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar.Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar önem veriyorlar!''
- Ardımda, kentin içinde, geniş ve dümdüz yollarda, lambaların soğuk aydınlığında, yaman bir toplumsal olay can çekişiyordu, pazar gününün bitişiydi bu.
- "Her yanda tertemiz, gülümseyen, ama gözleri tükenmiş, boşalmış yüzler."
- Şimdi kimse için hiç bir şey düşündüğüm yok. Sözcük aramak gibi endişem bile kalmadı,Sözcükleri, şöyle ya da böyle belirlediğim yok, bırakıveriyorum ağzımdan, az çok çabuk, kendiliklerinden çıkıyorlar. Çok zaman, sözcüklerden yoksun oldukları için düşüncelerim de sisli. Garip ve eğlenceli biçimlere bürünüp yitip gidiyorlar; hemen unutuyorum bu düşünceleri.
- Benim bildiğim nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdır. Oysa bana dokunuyorlar... Geçen gece deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden kuşkum yok... ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu.
- "Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir evimiz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok. Yapayalnız bir adam, yalnız gövdesiyle hatıraları durdurup saklayamaz. Hatıralar üzerinden geçip gider onun."
- Değişen hiçbir şey yok ama yine de her şey başka bir biçimde varolup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi. Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince kendimin, kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen benim. Bir roman kahramanı gibi mutluyum.
- Varolan her şey, nedensiz ortaya çıkar, zavallılığı yüzünden varoluşunu sürdürür ve rastgele ölür. Kendimi geriye doğru verip gözlerimi kapıyorum. Ama o anda, imgeler kendilerini toparlayıp sıçrıyor ve kapalı gözlerimi varoluşla dolduruveriyorlar. Varoluş insanın sıyrılamadığı bir doluluktur.
- Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç ya çok erkendir.